5 Aralık 2023 Salı

Kendini DE sevmek - 4: Öz-şefkat

İçimizde tek bir iç ses varsa ve bu suçlayıcı, korkutucu, endişe verici bir iç-ses ise, buna bir kimlik vermemiz ve "bu konuşan aslında kim?" sorusunu sormamız önemli demiştim bir önceki yazımda. Onu kendi belleğimizden yani egomuzdan ayırdık böylece. "Bu ben değilim, bu çocukken benimle böyle konuşan x kişisinin sesi ya da bu benim "endişem" dedik. Onu kendimizden ayırmak, ona dışarıdan bakabilmemizi sağladı. 

İkinci adım ise, ona karşı çıkabilecek bir iç ses yaratmak. Şimdi biraz hayâl gücümüze düşüyor iş. Hani omzumuzdaki melekler karikatürü vardır ya, çok klişedir, biri şeytandır diğeri melektir hani.. Her hikayede olduğu gibi, bizim hikayemize de denge getirecek olan bir antagonist ve bir protagoniste ihtiyacımız var.. İşte bugün, içsesimize de karşı çıkabilecek, onunla savaşacak bir protagonist yaratacağız.

Eğer iç sesimiz aşırı derecede yaramaz bir id ise, bizim akıllı uslu bir süperegoya ihtiyacımız var. Eğer iç sesimiz aşırı akıllı uslu, sanki bir anayasa mahkemesi yargıcı gibi çalışan katı bir ses ise, onu tiye alacak, kural tanımaz, yaramaz ama sevimli bir id-çocuğa ihtiyacımız var.. Yani; neyse bizi rahatsız eden, onun tam karşıtını denkleme dahil etmeye ihtiyacımız var demektir.... Hani "birinin aşırı rahatlığı seni sinirlendiriyorsa, belki de gevşemeye ihtiyacın var" sözü gibi.. Dur hatta güzel bir jpg vardı, bulayım da geleyim. Hah:

Bu klişeler boşuna klişe değil, bunlar doğru..

Benim iç sesim maalesef çok suçlayıcı biri. Ne yapsam onun yüksek standartlarına yetişemiyorum. Özellikle çocuklarımla ilgili konularda ve kendi kendimi aşmam / sürekli geliştirmem konularında aşırı bir baskısı var üzerimde. Kendimi diyelim "ayşe" ile karşılaştırsam, bir noktada ya "aman bu muymuş" der onun üstünde olduğumu fark ederim ya da ayşenin meziyetlerine asla ulaşamayacağımı anlayıp vaz geçerim. Ama içsesimle bu mümkün değil; çünkü ne zaman başarıya biraz yaklaşsam, başarı çizgisi bir tık daha yükseliyor... Ve sonu yok. Sürekli kaybetmeye mahkum bir Sysfos gibiyim.

Gibiydim. 

Fakat içsesimin kim olduğunu buldum ve birden bu buluş onu kendimden ayırmama yaradı. Aaa bu muymuş dediğim o an... Ama bu ben değilim ki, bu resmen x kişisi! dediğim o aydınlanma anım.. Ve o müthiş şefkat hissi..... O an işte geldi oturdu sol omzuma bir melek. Öyle şefkatli, öyle kabul edici, öyle destek verici bir melekti ki bu, konuşmaya başladığı anda herşey susuyordu. İçsesim bile.... 

Dedikleri aşağı yukarı hep benzer şeyler. İç sesimi suçlamıyor, aksine, diyor ki "sadece seni harekete geçirmek istiyor, seni sevme şekli bu, iletişim becerileri çok düşük.." ve bunu duyduğum her an birden sakinliyorum. Suçlamayı bırakıyorum içsesimi. Onu da öyle kabul ediyorum.. İçimdeki "kıçını kaldır ve hemen harekete geç" diyen güç o sonuçta... Ve bazen bu güce şükrettiğim anlar oldu hayatımda. Donup kalmadığım, hızla yapılması gerekeni yaptığım anlar... 

Bunu anlayınca iç sesle barış imzalıyor insan. Ve onu susturmayı öğreniyor. Her zaman başaramıyorsun ama en azından "bu ben değilim, bu konuşan endişe" diyebildiğin oranda onu güçsüzleştiriyorsun.  Anksiyeteyi bu şekilde yenebiliyorum. Her zaman değil ama eskiye oranla daha sık.... 

Bu da bir başlangıçtır.

Yarın: Yenilgiler.