3 Aralık 2023 Pazar

Kendini DE sevmek - 2: Tek bir kişi.

Mine Söğüt'ün bir kitabında geçiyordu: "Eğer yanında olup seni sevecek, destek olacak tek bir kişi varsa yeter. Hatta öyle biri yoksa ama sen o kişi olabiliyorsan kendine, yine yeter!" gibi bir şeydi. 

Çoğumuzun hayatında bir ya da iki olsun, çok yakın bir dostu, bir sırdaşı, bir yereni, bir ahretliği var. Ama hepimizin değil. Mesleğim gereği çok yalnız, yapayalnız, kimsesiz insanlarla çok sık karşılaşıyorum. Ya da kalabalıklar arasında yalnız insanlar, aslında onca insanla kuşatıldığı halde kimseyle yeterince yakınlaşamamış insanlar da olabiliyor. Sana bir sır vereyim mi, böyle insanlar aslında yakın bir ilişki kurabilmiş insanlardan çok daha fazla sayıdalar.. Çağımızın hastalığı aslında bireysellik, tek başınalık ve yalnızlık.

Yalnızlık konusu benim için de çok önemli bir konu. Hayatımın meta-konularından çünkü yoğun çalışan ailenin tek çocuğu olarak doğdum, etrafımdaki aileler de hep tek çocuklu / çocuksuz aileler oldu. Keza kuzenler ya da komşu çocukları da olmadı hayatımda, okulla birlikte girdi "çocuklar" benim dünyama. Çok sayıda çocuk ve kalabalık ortamlar beni korkuttu hep, genelde 1e 1 arkadaşlıklar kurdum, grup arkadaşlıklarında çok zorlandım. Bugün bile bir masa etrafında 3 kişiden fazlaysak ben kimi dinleyeceğimi, kiminle konuşacağımı bilemem, böyle ortamlarda genelde suskun ve gözlemci biriyimdir. Fakat kendimi buna rağmen 35+ yaşlarıma dek hiç yalnız hissetmedim! Kendi kendimle hep huzurluydum, kendimi oyalamayı hep bildim, kendimle mutluydum..

Ne zaman ki çocuklarım oldu, yalnızlık o zaman vurdu beni. "Tek bir kişi olsaydı..." diye ağladığım çok oldu annelik rolümde. 

Kendi kendime yeten bir insanım normalde ama benim de sınırlarım var, bilgimin ve deneyimimin yetmediği, benden önce aynı yollardan geçmiş birilerinin rehberliğine ya da benimle birlikte aynı yollarda kaybolan birinin yoldaşlığına ihtiyacım çok oluyor. "Amerikayı yeniden keşfetmek" gibi oluyor çoğu zaman yaşadıklarım ve "Amerikanın varlığının bilindiği" bir dünyaya olan özlemim tavan yapıyor öyle zamanlarda. Fakat yıllar geçtikçe, olaya bir de şu açıdan bakabilmeye başladım: En azından tüm başarılarım koşulsuz ve şartsız BENİM. Bir şey iyi gidiyorsa bunu ben başardım. Bunu diyebilmek büyük bir adım ve genellikle bir noktada başarıyoruz bunu biz "yalnız şövalye"ler.. Amerika, eninde sonunda keşfediliyor :)

AMA ;) tüm kavramlar gibi bunun bir de tersi söz konusu. Bir şey kötü gidiyorsa: Bu da tamamen benim suçum! Elbette zor olan da bunu düzeltebilmek. Tüm sorumluluğu, tüm suçu, tüm baskıyı kendimize mal etmemek. Kendimize biraz merhametli davranmak, bir "yargıç" gibi değil, bir "değerlendirici" gibi değil, bir "yoldaş" gibi davranmak. 

Amip gibi hop ikiye ayırmak kendimizi tam o anda ve kendimize dışarıdan bakabilmek. Bunu yaşayan bir dosta ne diyeceksek, kendimize de aynısını demek. Mizaha mı başvuracağız, birlikte mızırdanma ihtiyacımız mı var, biraz ayar çekip sonra omzuna vurup gönlünü alarak hadi hadi mi diyeceğiz, o an arkadaşımıza ne diyeceksek, kendimize de diyebilmek... Kendimize acıma ve donup kalma kısırdöngüsünü kırıp, iyi kötü, bir harekete geçmek..

O "tek kişi"yi kendimizden var etmek. Yani iç sesimizden. Haaa bu iç sesin ne dediği önemli işte, burda bir nefes arası verelim. Arkası yarın :)

Nick Fewings, Unsplash