8 Aralık 2022 Perşembe

Sevmek - son

Ve bitirirken.. her şey sevmekle mi başlar?

Şu son iki haftadır ilmek ilmek işler gibi ele aldığım sevmek konusu, belki de Ahmet Hamdi Tanpınar'ın o çok iyi bilinen sorusuna cevap oldu: "Gerçekten sevenler, karşılık beklemeden sevenler mi..?". 

Belki aklına yatmadı, yeni karşılaştığın bu kavram sana pek geçerli gelmedi ve Alphonse de la Martine'in sözünü düşündürdü: "sevilmek için sevmek insanlara, sevmek için sevmekse meleklere özgüdür". 

Olabilir.. Yaşam yolunda hepimiz aynı noktada değiliz. Şu an benim bulunduğum ve kendimi çok rahat, huzurlu hissettiğim nokta bu. Elbet ben de aynı noktada kalmayacağım, yürümeye ve değişmeye devam edeceğim. Ama bu noktada, bazı şeylerin kristal berraklığında olduğunu görünce, yazma isteğimi durduramadım. Bana iyi gelen düşünceleri, belki sana da iyi gelir, en azından yolunda bir fener olur diye yazmak istedim..

Sait Faik "Bir insanı sevmekle başlar her şey" diyor ya, işte benim bu yazıları yazmamı başlatan da bir insanı sevmek oldu. Sonra onu yitirdim; kendimi buldum. Kendimden çıkıp Mevlana'yı, onun yaradan'a aşkını buldum. Sonra dönüp, yeniden kendi küçük evrenimi, kendimi buldum. Muhteşem bir yolculuk bu, sonu olmayan.. Biliyorum bugün yazdıklarım yarın bana basit ve komik gelecek :) Ama bugün bulunduğum nokta bu ve yazmaktan da gurur duydum.. Umarım hoşuna gitmiştir, seni düşündürmüş, belki evrenini genişletmiştir.. O da bana yeter.... 

Bakalım önümüzdeki yıl hangi kavram üzerinde düşünecek, hangi kavramı taşıyacağım bloğa yıl sonunda... Herkese güzel bir sene dilerim, seneye bu zamanlar yeni sorular / kavramlarla görüşmek üzere :)

Yazımı / Yılı, Shakespeare ile kapatmak istiyorum: "İnsan sevmeye başlayınca, yaşamaya da başlar"..

7 Aralık 2022 Çarşamba

Sevmek - 12: Seven insanlar yetiştirmek

Bu yazı dizisinde amacım aslında sevmek kavramını "bir insanı sevmek"le sınırlandırmamaktı ama hepimizin başlangıç noktası "bir insanı sevmek" değil midir zaten? Dünyaya geldiğimiz andan, son nefesimizi verene dek, insanları sevmek ve insanlar üzerinden nesneleri, yerleri, kavramları sevmek..

Ahmet Hamdi Tanpınar "Bir şehri sevdiren dağ taş toprak değil, o şehirde yaşayan insandır. Tam da bu yüzden, hiç gitmediği bir şehri sevebilir, özleyebilir insan" der. Sadece şehri mi, bazen koca bir hayatı bir insan yüzünden seversin.. Tek bir insan, seni hayatta tutar, bırakmaz. 

İşte o insan, sen ol diyorum ben bu yazılarda. Hz. Muhammed'in dediği gibi: "birini seviyorsanız, ona sevdiğinizi söyleyiniz". Korkmayınız... Korka korka bu hale getirdik zaten insanlığı.. Artık şimdi neresinden toplasak, o kadarı yanımıza kâr..

Çocukların var mı bilmiyorum, varsa lütfen onları "sevebilen" insanlar olarak yetiştir. Mızırdanan, şikayet eden, nefret eden, korkan insanlar olarak değil. Bunu da ancak sen hayatı seversen yapabilirsin.. Başka da bir şey yapmana gerek yok aslında, sen hayatı sev, çocukların bunu görsün, yeter..

Ya da çocukların yok belki, o zaman daha kolay işin. Kimseden sorumlu değilsin, kendi mutluluğundan başka! Neyi seviyorsan (ki mutlaka vardır bir şeyler) onun altını çiz, onu öne çıkart, onu hayatının meta kavramı olarak çalış. Sen değişirsen, dünya değişir demiyorlar boşuna.. 

En azından dene. Belki seversin? :)

6 Aralık 2022 Salı

Sevmek - 11: Meta kavram olarak sevmek

Sevmek konusunda düşünürken ve özellikle de düşünmeyi bırakıp, burada sana yazdıklarım üzerinde aktif olarak çalışırken, gün be gün kendimi Yaradan'a daha da yakınlaşıyormuş gibi hissetmeye başladım.. Baktığım her yerde bir güzellik (tanrım, yıl boyu tuhaf tuhaf yerlerde karşıma rastgele çıkan kalpler neydi öyle yahu?!) görmeye ve bir süre sonra bunun karşılığında şükran duymaya başladım..

Dünya bu bir buçuk sene içinde iyiye mi gitti? Hayır. Yine savaşlar, katliamlar, haksızlıklar oldu. Fakat benim dünyam kesinlikle daha iyiye, güzele dönüştü.. Daha fazla güzellik görmeye, kendimi daha mutlu hissetmeye başladım. Olan bitene daha fazla tevekkülle bakmaya başladım. 

bu yılın en güzel anlarından biri, avcuma gelen çalıkuşu <3
bu da mı tesadüf :))

Daha fazla Mevlana okudum, sufizm ile ilgili bilgilerimi derinleştirmeye çalıştım, humanizm ve varoluşçuluk üzerinde ciddi kafa yordum. Kendimi daha "ait" hissettim, bir bütünün ufacık ve önemsiz ama aynı zamanda vazgeçilemez ve değerli bir parçası olarak hissetmeye başladım. İçimdeki sevgiyi yönetemediğimde "böl ve dağıt" yaptıkça, sanki doğal olan o akışı yeniden sağladım. Çarkın içine sokulan çomaklar, kendimi zincirlediğim duvarlar, dağılıp gitti..

Yaradan'a yakınlaştığımı hissettim, ilk defa aslında Yaradan'ın ne demek istediğini sezermişim gibi hissettim.. Boşluk duygusu kayboldu, yerine doymuşluk geldi.. Hayatımın meta kavramlarından biri olduğunu bu son 1,5 senede daha bir fark ettiğim sevmek, beni iyileştirdi..

Sevmekten çıkıp Tanrıya varan Rumî'yi, onun "uzaklık nedir ki sevgili, biz yaradan'ı görmeden sevmedik mi?" dediğinde ne demek istediğini, sevdiğim, yitirdiğim insanları, onlarla aramdaki uzaklığın beni nasıl dönüştürdüğünü daha iyi anladım. Bu bir buçuk sene içinde, ben çok yol katettim.. Bunun için çok şükrettim.. 

Sevmek; bir meta kavrama dönüştüğünde, insan tüm meta kavramlarda olduğu gibi, onunla da kendisi ve tüm evren arasında bir bağ hissetmeye başlıyor. İçselleştirme zaten bu demek. Gelişim piramidinin (bilinen) en üst noktası da bu bağa ulaşmak. Fakat burada bitmiyor, anladığını davranışa dökmen ve anlatman da önemli. 

İş bu nedenle, bu yazıları yazdım.. Boşaldım. Yeniden dolmaya yer açtım.

5 Aralık 2022 Pazartesi

Sevmek - 10: Sevmek biter mi?

Cahit Zarifoğlu "sevmek de yorulur" demiş.

Bazı sevmekler, yorar insanı, doğru. Üstelik bu biraz dinlendikten sonra daha da şevkle çalışmaya devam edeceğin türde bir yorgunluk da değildir. Tükenirsin, devam edemeyeceğini anlarsın. İşte o noktada insan bazen durmak ister.. Arkasını dönüp, başını önüne eğip, suyun aktığı, rüzgârın estiği yöne bırakmak ister kendini.. Gitmek, ister..

Oysa tam o anda Nazım Hikmet; "Unutma her gelen sevmez ve hiçbir seven gitmez" diye fısıldar kulağına!

Peki hangisine inanacaksın?

Elbette ikisine de. Bu iki şair/düşünürden yüzlerce yıl önce yaşamış olan Seneca'ya dönüyorum ben yüzümü. Seneca der ki: "sevip de yitirmek, sevmemiş olmaktan daha iyidir". Yaşadıklarını, öğrendiklerini, kendine kattıklarını düşününce.. Yitirmekten de, gitmelerden de korkmuyorum artık.. Çünkü bir önceki yazıda da anlattığım gibi, sevmek kaynağı sende olan, onu nasıl ve nereye yönlendireceğine senin karar vereceğin bir duygu.. Yorulduysa, bir baraja yönlendir, bir süre dinlensin, bakarsın daha taşkın, daha gürül gürül gelir yeniden.. Ya da kollara ayır, dağıt, binlerce küçük sevgiden yarat kendini, bir bakarsın hepsi yolunu bulmuş, yönünü bulmuş, yeniden bir ırmak olmuş.. Kuruyan kollar mı var, bırak kurusun, demek ki elverişli ortam yokmuş, belki toprak çok kuruymuş, kana kana emmiş, yoketmiş suyunu. O su ki, bilirsin, yeraltından bile bulur kendini, kaynak olur fışkırır başka bir yerden.. 

Hayır sevmek bitmez. Sadece yön değiştirir, gizlenir, durulur, sonra yeniden güç bulur, bambaşka bir yerden yeniden doğar. Sana düşen sadece beklemek ve dikkatle izlemek..

4 Aralık 2022 Pazar

Sevmek - 9: Sevmekten vaz geçmeyi öğrenmek

Geldik en zoruna. Dur birer kahve alalım karşılıklı.. 

bak şimdi.. :)

Son iki senemi buna kafa yorarak geçirdim ve neleri başarıp, neleri başaramadığımı samimiyetle yazmak istiyorum, çünkü bir çoğunuzun aklını karıştıran, hayatla başa çıkmada zorlayan bir konu olduğunu biliyorum.. 

Bir insan sevmekten nasıl vaz geçebilir? Hani Eternal Sunshine of the Spotless Mind diye bir film vardı, o kadar acı veriyordu ki sevmek, onu hiç tanımamış olmayı, hiç bilmemiş olmayı tercih ediyordu ve hafızasını sildiriyordu kahramanımız. Bunu ciddi ciddi düşündüğüm zamanlar oldu, hangimizin olmadı ki?

Sonra bu duygunun en kaynağına inince, şunu fark ettim: en temel sorun yine sevmek fiilinin karşılıklılık sanrısından kaynaklanıyordu bu duygu. Sevdiğin şekilde (miktarda demedim bak, türde dedim) sevilmemiş olma acısı. Ve bu "haksızlık"ı affedememek. Halbuki ortada haksızlık yok. Ortada sevgisizlik de yok. Sadece "sevmek" tanımlarının uyuşmadığı bir "kavramsal uyuşmazlık" var, ilişkide. Ah bu nedenle kimse suçlanabilir mi ki?! Tabii ki hayır.. Birini kavramlarınız uyuşmadı diye suçlamak! Kuzuuuum.. Dünyayı suçlamak bu, seninle aynı şeyi düşünmüyor diye! 

Bunu anlayınca, sıkı sıkı kenetlediğin ellerin gevşiyor ve rahat bırakıyorsun. Karşındakini de, kendini de. O an müthiş güzel bir duygu. Kimi kabullenme, kimi özgür bırakma der; bence "anlama" bu düpedüz. Sevmek kelimesinin asıl anlamını anlamak. 

Yani sevmekten vaz geçilmiyor, geçilemez ki. Çünkü sevmek doğal akan, kaynağı kurutulamaz, önüne set çekilemez bir duygu. Ama bu akışın yönünü değiştirebilmek elinde. Diyorsan ki (benim gibi) "Tanrım bazen içimde o kadar çok sevgi var ki, ne yapacağımı bilemiyorum", cevap aslında basit: "Dağıt..". Tek bir kaynağa yönlendirip etrafı sel basmasındansa, kollar aç, derecikler kat yoluna, biri bine çevir. Kendine sevmek için yeni şeyler bul. Gözlerini kulaklarını burnunu aç, tadına bak yaşamın.

Sevdiğin, yitirdiğin ve özlediğin neyse, onu başka alanlarda bulmaya çalış, bunu bir oyuna, bir bilmeceye çevir. Diyelim "sıcacık elleri"yse derdin, bir kedinin sıcacık tüylerini, bir çocuğun sıcacık yumuk ellerini al eline, hiçbirini bulamazsan sıcacık eldivenler, sıcak bir içecek.. Bir anda olmayacak elbette ama bir gün, göreceksin, etrafında sıcacık bir sürü şey olmuş! Birmiş, bin olmuş... 

Zamanla oluyor... Acele etme.

Yani; asla vaz geçme. Tersine, daha da genişlet alanını. Öğrenmen gereken sadece bu.

Bir sonraki yazı: Sevmek, biter mi?

Sevmek - 8: Sevmemeyi öğrenmek

Gelelim ennnn zor konuya, aslında iki senedir üzerinde çalıştığım asıl soruna: Sevmemeyi öğrenmek. Sevmekten vaz geçmek. Akıntıya karşı kulaç atma sanatı..

Sevmenin doğal, fabrika ayarlarımızla ve kurulum seçeneği olmaksızın mayamıza katılmış bir duygu olduğuna inandığım için, sevmemek de benim için mümkün değil. Öyleydi yani. Fakat bazen insanın kendini koruması için, sevmemeyi de öğrenmesi gerekiyor. Sevmekten vaz geçmeyi öğrenmek ise, ikinci bölümde ele alacağım, daha incelikli bir konu.

Benim gibi ufak ayrıntıları büyük kavramlara yeğleyen bazı insanlar için sevmek çok kolaydır. Bir ağaç görür seversin, bir melodiyi seversin, kokuyu seversin. Beş duyunla yaşarsın, anlık ve basit keyiflerin vardır. Günlük yaşamında plansız, efil efilsindir. Sevmek bir yaşam biçimidir. Gençsindir. En büyük sıkıntın toplum normlarıdır çünkü sen sürekli aşık olmak istiyorsundur ama toplum tek eşlidir, sen 4-5 çocuk yapmak istersin ama toplum bir kız bir oğlan, yeter der. Sen çırılçıplak soyunup yüzmeyi seversin, tek başına şarkılar söyleyerek ormanlarda gezmek istersin, toplum sana tecavüz eder :)) Canını kurtarsan adın deliye çıkar. Yani güzelim, sen eğer "summer of love"da yaşayan bir kelebek değilsen, ı-ıh, yaşatmazlar.. Ama dur, karalar bağlama hemen. Toplum içinde, toplumla birlikte, göze batmadan, normallik sınırlarını yırtmadan da "kendin gibi" olabileceğin alanlar yaratabilirsin. Bunun ilk şartı: sevmemeyi öğrenmek.

Neleri sevmemeyi öğrenmen gerekiyor:

1. Seni sürekli eleştiren, senden sürekli beklentileri olan insanları (gerekiyorsa anan-baban da dahil) (çünkü onlar hırslılar, mükemmelliyetçiler).

2. Seni sürekli pohpohlayan, her yaptığını alkışlayan, hiçbir davranışını eleştirmeyenleri (çünkü onlar yalancılar ve büyük olasılıkla dedikoducular)

3. Sana sürekli kendi sahip olduklarından bahsedenleri (ki bu çocuğu da olabilir, arabası da, bilgileri de) (çünkü onlar kendini beğenmişler, kibirliler)

4. Sinirli ve öfkelileri (çünkü öfke pire gibi, birinden diğerine atlamayı pek sever)

5. Korkakları (çünkü cesaret olmadan hiçbir yere varılmaz)

6. Sana Polyanna diyenleri :) ya da mutsuzları (çünkü bunları sevmek, karadeliği sevmek gibidir, sonunda seni de içine çekip yutar).

Ve elbette, 7. Bile bile kötülük yapanları (çünkü onlar hasta, onları sen iyileştiremezsin, boyunu aşan sularda boğulmak yerine, onları kendinden yüce bir kavrama (adalet sistemi, olmuyorsa yaradana) havale edersin).

Bu kadar. Bunları sevmemeyi öğrenmek için sadece kendini onlardan uzak tutman yeterli. Görüşme, görme, uzak dur; yapılacak tek şey bu. 

Geri kalan her şeyi sevmeye devam ;)

3 Aralık 2022 Cumartesi

Sevmek: Ek ders :)

Sordunuz.

"Bunca kötü insan, kötülük, haksızlık varken, bu yazılar tamam iyi de.. Onlar yine var ve yapacaklarını yapıyor. Kaldıramıyorum.." dediniz. İma ettiniz: "Düşünen insan mutlu olamaz, sevemez her şeyi ve herkesi." Düşündünüz: "Budalalık bu.."

Cevap veriyorum..

Dünyaya kaç kere geliyoruz? Büyük ihtimal bir. Öldükten sonra ne var? Belki huzur ama büyük ihtimal hiçlik. E o zaman, şunun şurasında şanslıysak 80, ortalama 70 ama bir araba kazasına bakarsa 40 senelik bir yaşamı, dünyadaki kötülüklere, kötülere üzülerek, kendimizi hırpalayarak, müzmin mutsuz, keyifsiz olarak mı geçirelim? Velev ki öbür dünya var, dediler sana "eee neler yaptın anlat bakalım?" Ne diyeceksin? Üzüldüm, kızdım, sinirlendim... Değiştiremedim de, öylece şiştim kaldım. 

Ya da, şunu gördüm, şunu denedim, şunu tattım, of ne sevdim be, ne sevdim.... 

Kötülüğü, haksızlığı kontrol edemiyoruz. Gücümüz asla yetmeyecek. Ama kendi çevremizi, kendimizi kontrol edebiliriz. Uzak durabiliriz, uzak tutabiliriz ve bizi mutlu eden, sevdiğimiz şeyleri yapmaya, sevdiğimiz insanlarla zaman geçirmeye, hayatımızı bir sıkıntı, sinirlilik, huzursuzluk evrenine çevirmemeye uğraş gösterebiliriz. Çünkü 80 sene, sonra fişi çek, boşluk.

Bir düşün istersen... 

Yani sistemi değiştirebilecek gücün varsa tamam, değiştir de istersen dünyanın en sinirli ve huzursuz adamı / kadını ol, ben razıyım. Ama değiştiremiyorsan da.. Bakış açını değiştir gözünü seveyim, çok sayıdaki kötülük yerine az sayıdaki iyiliği görmeye çalış, şişirme kendini de etrafını da..

Şimdi kaldığımız yerden devam :))  

2 Aralık 2022 Cuma

Sevmek - 7: Affetmek

Sevmek; hata yapa yapa sonunda bize hata yapıldığında onu da affedebilme olgunluğuna ulaşmaktır demiştim son yazımda. Büyük lâflar ediyorum blog. Ama hissettiğimi, başıma geleni yazıyorum..

Hemen karşı çıkacaksın biliyorum: ama insan her şeyi affedemez ki, öyle haksızlıklar, öyle adaletsizlikler var ki hayatta.. Çocuk tecavüzü, öldürülen kadınlar, insan hayvan hakları ihlalleri, doğa katliyamları, savaşlar.. Bunları da mı affedeceğiz? Diyeceksin..

Evet.

Çünkü affetmek = unutmak değil; affetmek, önceki adımdan ders alarak, bir sonraki adımı atmaya cesaret etmek. Affetmek, küsüp kabuğuna kapanmak ya da agresifleşip kırıp dökmek yerine, yaşanılan adaletsizliği, haksızlığı daha büyük bir pencereden bakarak anlamlandırmak. Sonuçta kimse durup dururken katil olmuyor ve aslında hepimiz de koşulların sonucunda katil olabiliriz ya da asla yapmam sandığımız, "kötülük" diye tanımladığımız davranışları da yapabiliriz, bu bir gerçek.. Bana asla olmaz, ben assssla yapmam dediğin her şeyin, tam burnunun önüne geldiğini görmedin mi hayatta?

O nedenle "iyi", "kötü" gibi kavramları düşünürken bile, zamanı, ortamı ve koşulları asla göz ardı etmemeli insan. O kötülük, haksızlık kendi başına gelmiş olduğunda dahi, humanizm mi dersin saf insan sevgisi mi, ne dersen artık, insanın sadece bir insan olduğunu unutmamak ve bir dış pencereden, bir üst ölçekten bakmaya çalışmak önemli.. Affedemesen bile en azından "kötü" dediğin kişiyi, davranışı, bu noktaya getiren koşulları anlamaya çalışmak, yeterli..

Lev Tolstoy, Savaş ve Barış'ın 1. cildinde altını çizdiğim satırlar ile bitireceğim bu bölümü: 

"kötü ne, iyi ne? neyi sevmek, neden nefret etmek gerekiyor? ne uğruna yaşanmalı ve ben neyim? yaşam ne, ölüm ne? hangi güç her şeye hükmediyor?"

Bir sonraki yazımız Ağır Roman: sevmekten vaz geçmek, sevmemeyi öğrenmek.

Sevmek - 6: Ders almak mıdır?

Sevmenin anlık, içten gelen doğal bir duygu olduğunu iddia edersek, bir anlamda zorla sevme olamayacağı gibi, sevmek öğrenilebilen bir davranış da olamaz dememiz gerekir.. Oysa bazı insanlar (sevgiyi emekle birleştirenler) insanın katlandığı fedakârlıklar, çektiği ızdıraplar nisbetinde sevdiğini öne sürerler. Sevmek, deneyimlerden ders almaktır, sevmek emek ve çabadır, sevmek uzun soluklu bir maraton koşusudur derler. 

Fakat aynen amok koşucuları gibi, sevme koşusunda da bazen vücut / beyin insana yanlış sinyaller verebilir ve durmayı bilemeyebilirsiniz; ya da şöyle diyelim: aslında her bir hücreniz bu ilişkiden kaç diyecekken, siz inatla duymamazlığa gelir, kalmayı sürdürürsünüz.. Kimi buna toksik ilişkiler diyor, kimi "bağlılık yerine bağımlılık" diyor. Ben bu kadar suçlayıcı ve katı yaklaşamıyorum içinde "sevmek" olan davranışlara ve diyorum ki: yanlış algılar, yanlış değerlendirmeler, kısaca hata yapmak.. Hatayı çok insanî ve dolayısıyla olumlu görüyorum. Hatalar olmasa insan nasıl gelişebilir, kendini "iyi"leştirebilir ki?

Fakat bazen, kendimize dair çok yüksek standartlarımız olduğunda, hatayı olumsuzlaştırmaya ve hatadan korkmaya başlıyoruz. Ya da diyoruz ki "tamam hatanı yaptın, öğrendin, dersini aldın, bir dahakine artık hatasız yaklaşacaksın".. Ah benim kuzuuuum.. Aynı hatayı yine yapıyoruz! :)) Nedeni şu; doğada mükemmellik yok, insan olmanın önkoşulu hata yapmak ve yine hata yapmak ve yine hata yapmak.. Ama kendini mükemmelleştirmek için değil, aynı konuya farklı açılardan bakabilmek için ve bu sayede, en nihayetinde de "yapılan hayatı affedebilmek" için!

Geldik 7. konumuza: sevmek, affedebilmek midir?

1 Aralık 2022 Perşembe

Sevmek - 5: Önceki deneyimler

Şimdi sana çok komik bir hikâye anlatacağım bak. 

Ben yıllar boyu, bir iki kaideyi bozmayan istisna dışında hep yeşil gözlü, saman nezleli ve solak erkeklerden hoşlandım :)) Aynen bir seri katil misali, kendime böyle bir "hoşlanma prototipi" oluşturduğum için, bunun biyolojik temelleri olduğunu düşünebiliriz. Fakat bu kadarla kalmıyor, bu erkek aynı zamanda boğazlı kazak giymeli ve sol eli hakikaten kalem tutmalı (yazan adam) idi! Bunun neresi biyolojik? Demek ki ortada psikolojik, çevresel bir şeyler dönüyor!

Allah günışığında karşımıza çıkartmasın.. :))

Bir gün fark ettim ki, benim "ilk aşk"ım, 9 yaşında ilk aşık olduğum "oğlan çocuğu" tam bu şekildeydi. Yeşil gözlü, saman nezleli, solak, okul formasının içine mutlaka gri ya da koyu füme boğazlı kazak giyen ve tabii tüm dersler boyunca benimle mektuplaşan bir oğlancık! :)))) Gizem çözüldü.

Üzerinden 20 sene geçmiş, yüzünü bile hatırlamıyorum (sosyal medyada buldum elbette büyüyünce bir umut, gay olmuş, şansıma küseyim). Gel zaman git zaman evlendim - elbette, boğazlı kazak dışında tüm seçenekleri tutturan bir erkekle. İlk iş kocama 2 adet boğazlı kazak aldım.. O da doğarken boynuna kordon dolandığı için boğazlı kazak giyemeyenlerden çıktı şansıma.... Fakat atkı, paşmila seviyor ve neredeyse dört mevsim kullanıyor ;) Job-Done!

Ez cümle; önceki yaşam deneyimlerimiz neyi "seveceğimiz" konusunda bizi yönlendiren temeller. Ama o temelin üstüne çıktığımız katlar, yanlış yapılaşmalar, ufak depremlerde çökmeler de var....... 

Keyif alıyor musun okumaktan, benim yazdığım kadar? O zaman geliyor 6. yazı, bir "ders alma" biçimi olarak; sevmek. 

Azzzz sonra :)

Sevmek - 4: biyoloji

Bir deney yapıyorlar. Basıyorlar farelere oksitosini, dopamini. Fareler birbirlerine aşık olup bağlanıyorlar, sürekli birbirlerinin yanında olmak, sürekli sevişmek istiyor, çılgınca bir mutluluk hali içinde yaşayıp gidiyorlar. Sonra küt diye kesiyorlar bu hormonları ve hattâ üretilmesini de baskılıyorlar. Bir sürü kavga gürültü, "git gözüm görmesin seni.."ler. Fareler mutsuz, fareler ayrılmak, tek başlarına takılmak istiyorlar. Kadın fareler erkeklerini "sürekli seks sürekli seks, başka bildiğin yok, bir defa şöyle oturup konuştuk mu uzun uzun" diye azarlarken, erkekler "ne yapsam mutlu edemedim seni, bir güleryüz bir baş okşama yok, sürekli dırdır vırvır" diye çarpıyor kapıyı, çıkıyorlar. 

Aslında temelde biz insanlar da farelerden farklı değiliz. Hormonal döngümüzün belli dönemlerinde sevişmek istiyoruz, belli dönemlerde sinirli ve "git başımdan"cıyız. Aşkın ilk dönemlerinde dopamin patlamalarıyla manik bir ruh halindeyiz, çocuk doğurduktan sonra prolaktin ve progesterondaki fırlamayla bir süre "soğuk nevale"yiz. Bu mudur yani? Olay hormonların dansı mıdır?

Biyolojiye göre evet. Harvard çalışmalarından ufak bir kuple:


Ama neyse ki biz insanlar, çoğu hayvandan farklı olarak sadece biyoloji ve hormonlardan ibaret değiliz. Bu belki şansımız, belki de lanetimiz.. Düşünebilen, planlayabilen, önceki deneyimlerden öğrenen ve gelecek için hayal kurabilen bir canlıyız da.. 

Bir sonraki yazı: Önceki deneyimler.

30 Kasım 2022 Çarşamba

Sevmek - 3: emek mi, anlık bir his mi?

Sevmek; aktif bir uğraş mı, yoksa kendi yolunda akan sakin bir dere mi?

Sevgi emektir, diye biten filmi hepimiz biliyoruz. Belki bu filmi hepimiz hayatımızın bir noktasında yaşadık da. İki insan arasında kalmak değil sadece, hattâ aynı insana duyduğumuz sevginin zaman içinde değiştiğini düşündük belki de.. Uzun süren ilişkilerin başında hissettiklerimizle, yıllar sonra hissettiklerimiz aynı mı kaldı? Ya da ilk başlarda içimizin ısınmadığı biri zamanla tanıya tanıya kalbimizi hiç mi fethetmedi? Ya da tam tersi, can-dost sandığımız birinden hiç mi kazık yemedik? Demek ki sevgi uzuuuun bir yolmuş yavaş yavaş yürünen, öğrenilen?

Yoksa...?

Şimdi desem ki sana, hayır, sevginin emekle alâkası yok.. Sevmek, üzerinde çalışılarak başarılacak bir görev değil. Sevmek, aynen mutluluk gibi, bize yaratıcımız tarafından "ana paket" içinde, "kurulum seçeneği" olmaksızın verilmiş bir duygu. İnsansak, seviyoruz. Üstelik saniyenin binde biri kadar bir zaman içinde, kimi ve neyi seveceğimize karar veriyoruz! Ve şaşıracaksın ama, doğru karar veriyoruz.

Derler ya "en baştan gözüm tutmamıştı" ya da "kanım kaynayıverdi".. Kimi dillerde "midem söyledi" derler, kiminde "bağırsaklarım hissetti". Kalbimiz, kanımız, midemiz, bağırsağımız, hangisi sorumlu bilmem ama, bir şeyi ya da insanı sevmenin ya da sevmemenin "içimizden" geldiği kesin.. Beynimizin beş duyu ve sinir uçlarından aldığı bilgilerle saniyelik doğru kararlarından bahsediyorum, seni de müthiş heyecanlandırmıyor mu bu yeteneğimiz? Bu kadar içsel bir hisse "emek" demek, "öğrenilen bir şeydir" demek, ne kadar doğru peki?

Bir sonraki yazı: hormonlar ile deneyimlerin savaşı.

Sevmek - 2: Bir alışveriş midir?

Sevmek ve sevilmek nedense ilişkili terimler gibi geliyor kulağa. Ah bu adam hiç sevilmemiş ki sevmeyi bilsin diyor meselâ bazı filmler, şiirler, düzyazılar. Ya da birini sevince, o da seni sevsin istiyorsun, sevemedi diye üzülüyorsun, kendini ya da onu suçluyorsun. Yapmadın mı? Hepimiz yaptık.. Ta ki sevmek kelimesinin gerçek anlamını anlayana dek.

Sevmek bir alışveriş ilişkisi değil, önce onu bir belirleyelim. Sevmek senin içinde ve tek yönlü, etken bir his. Ha şanslıysan elbet karşılıklı olur, tadından yenmez. Ama sevmek fiilinin göstergebilimsel meali, A. noktasından B. noktasına doğru giden bir ok işareti misali tek yönlü bir eylem. Ve öznesi sensin, sevilen şey ya da kişi (ya da tanrı) değil. Bu nedenle "sevdim de sevilmedim" ya da "tanrım ben sürekli sana dualar ediyorum da sen beni duymuyorsun" ya da "evladımı çok seviyorum, tüm emeğimi enerjimi veriyorum ama karşılığında haytanın teki oldu" gibi durumlar, ne yazık ki anlamlı beklentiler değil.. 

Öznesi sen olan sevmek eyleminin muhatabı kim ya da ne olursa olsun, senin sevginle bir etkileşim içinde değil. Onun üzerinde hiçbir yaptırımın, hak iddian, beklentin de, işte bu nedenle olamaz. Bu bir alış-veriş, bu bir denge oyunu, bu bir karşılıklı etkileşim değil. 

Peki sevgimiz hiç bir şeyi değiştiremez mi şu dünyada? dersen, elbette değiştirir, hattâ şu dünyada herhangi bir şeyi değiştirme gücü olabilecek tek kavram da sevgidir bence. Ama bu işin tek bir kuralı var; o da bir değişim beklentisi içinde olmamak. Sadece sevmek. Karşılık beklemeden, değişim beklemeden, sahiplenmeden, planlar projeler üretmeden, hedefler koymadan, sadece safça - her iki anlamıyla da ;) - sadece sevmek. 

Ve "sevmek" hissinin, eyleminin, kavramının karşındakine değil, sana ne yaptığını görmeye, anlamaya çalışmak.. Evet, sevmek bu.

29 Kasım 2022 Salı

Sevmek - 1: giriş

2021 Mart'ından sonra bu bloğa artık bir daha uğramam diye düşünmüştüm. Az çok dalgalarım durulmuş, hayatımın anlamını tünelin ucunda beliren bir ışık gibi görmüştüm en azından: Sevmek, deneyimlemek ve denge. Bunlardı benim için yaşamı anlamlı kılan kavramlar. Üzerinde düşünmek, konuşmak ve yazmak yerine yaşamaya karar vermiştim bu kavramları.

Başardım mı? Evet.

Hayatın çok daha içinde olduğumu, hayatı çok daha içime çekebildiğimi gördüm teoriden pratiğe geçince. 2021 Mart'ına oranla kesinlikle daha mutlu bir insanım. İlişkilerime, günlük yaşamıma ve üretkenliğime de yansıyor bu mutluluk.

Fakat 2021 Mart'ında aslında beni asıl sarsıp yıkan ve sonra o yıkıntıdan yeniden var olmama neden olan başka bir şeydi.. Bloğa son noktayı koyduktan birkaç gün sonra, çok sevdiğim birinin kaybını yaşadım. Yasın o beş aşamasını da karman çorman, bazen içiçe, üstüste, bazense araya aylar girerek yaşadım. Önceki ölümler yitirişler hiç olmamış, ben onlardan hiçbir şey öğrenmemişim gibi, en baştan yaşadım bu yitirme sürecini. Fakat bu sefer bir farkla: duygularımı izlemeyi, anlamaya çalışmayı tercih ederek! Yasın dibine inerken de, yavaş yavaş yukarıya çıkarken de, tüm geri dönüşlerde, tüm aydınlanma ve sıçrayışlarda, oradaydım. Bu sefer kaçmadım. Dibine dek hissetmeyi tercih ettim.

Ve hepsi, beni tek bir kavrama çıkarttı: SEVMEK.

2021 Mart'ından beri sevmek kavramını çalışıyorum ve sanıyorum artık yazmaya da hazırım. Yazılar yoruma kapalı olacak (bu tortu'da denediğim ve daha bana göre olduğunu, daha kendim gibi yazabildiğimi fark ettiğim bir yöntem) fakat yorum, fikir ve görüşlerinizi, aklınıza gelen diğer soruları, tartışmak istediklerinizi her zaman proje365blog@gmail.com adresine yazabilirsiniz..