3 Mart 2021 Çarşamba

Yazmak yerine yaşamak

Ve benim de yapmak istediğim bu. Fakat bloğu nihayete erdirmeden, son bir yazı eklemek ve bu ufacık blogda olan biteni, kendimde neyin ters gittiğini nasıl fark ettiğimi, harekete geçmeye nasıl karar verdiğimi özetlemek istiyorum. Çünkü biliyorum, bu dalgalanmaları yaşayan tek insan ben değilim..

Her insanda olmuyor ama bazılarımız için varoluşsal arayış önemli. Hayatımın bu döneminde yaşadığım anlam arayışı nedeniyle tam üç ay önce kendime "ben neler için yaşıyorum?" diye sordum. İlk bakışta benim için yaşamı anlamlı kılanlar; deneyimlemek, iç denge ve mutlu olmak gibi görünüyordu. Deneyim zaten bildiğimiz şey, dengeyi tanımlamak da kısmen kolay geldi; karşıt kavramların birleşimi, tamamlanmışlık hissi dedim bu kavrama. Mutluluk ise zorladı beni.. Mutluluk basit bir "iç huzuru" kavramı değildi bence. O nedenle küçük parçalara böldüm ve tek tek şu maddeleri ele aldım:

- iç-denge (hayatın olumlu ve olumsuz getirilerini tevekkülle kabul edebilmek, öz-saygı, öz-değer, kendinle barışık olabilmek)
- umut (geleceğe yönelik olumlu düşünebilme yetisi)
- sevmek, sevilmek ve sosyal ilişkiler (sadece aile ve dostlarla değil, yaşadığımız sosyal çevre ve hattâ toplum ile bağ kurabilmek, iletişim ve anlamlı yakın ilişkiler geliştirebilmek)
- amaç ve fayda (çalışmak, üretmek, verimli olmak, topluma bir faydanın ve katkının olması, kendin dışında birine yardım etmek, gönüllülük ve prososyal davranış; kısacası almak kadar vermek de..)
- keyif (gülmek, neşe, tutku ve aşk, enerjik olmak, bir hayâlinin olması, eğlenebilmek, "sıradışı ve ilginç biri olabilmek", hayatın keyfine varabilmek, sanata müziğe spora edebiyata felsefeye zaman ayırabilmek, "kasmamak" biraz da yaramazlık yapabilmek)
- merak (yaşam boyu öğrenme anlayışı, kendini geliştirme ve güncelleme ihtiyacı, çağa uyum)
- sağlık (olumlu beden algısı, öz-bakım, sağlıklı yaşam alışkanlığı, uykunun ve dinlenmenin değerini bilmek, "iyi yaşlanmak")
- inanç (tinsellik, şükredebilmek, duanın gücü ve kendinden büyük bir güce kul olma, kendini bırakabilme ihtiyacı)
- seçim yapabilme özgürlüğü, kendi yaşamına yön verebilmek, pişmanlıkların olmaması
- stres kontrolünü ve zor dönemleri yönetmeyi başarabilmek, öfke kontrolü
- sadeleşmek (sadece mallarda değil, maneviyat ve sosyal yaşam anlamında da "az ve öz" anlayışı)

Çalışmak istediğim kavramı küçük parçalara ayırınca, önümü daha açık görebildim. Anlamlı ve doyumlu bir yaşam istiyorsam, yaşadığım anı tüm duyularımla ve farkında olarak yaşamam gerektiğini anladım.

Fakat sadece “doğru yaşamak” da yeterli değildi. Beni bu süreçte sürekli bir kısırdöngüye iten bir sorunum, direncim vardı! Benim sorunum, anda kalamamak değildi. Aksine anlarda yaşadığım mutluluğu bir tür bilişsel mekanizma ya da psikolojik direnç sonucu, "unutuvermem" yani o anı yaşam sürecime genelleyemememdi! 

Genele baktığımda bu unutkanlıktan ötürü bir doyumsuzluk, bir yetememe, bir kendinden razı olamama, amaçsızlık ve "hayatı boşa geçiriyorum" hissi duymamdı.. Halbuki anlara odaklanabilsem, görüyordum ki yaşamım anlam dolu, mutluluk dolu. Benim sorunum şuydu: "yaşananlar" "yaşanmışlıklar"a dönüşürken bir yerde eriyip gidiyordu. Defalarca kendime “sadece yaşa” desem de, yine yine yine aynı “yaşanmamışlık hissi” ile kalıyordum. Peki ama neden?

Einstein "aynı şeyleri tekrar tekrar yapıp, farklı sonuçlar beklemek deliliktir" der. Benimki de biraz deliliğe döndü. Dönüp dolaşıp aynı varoluşsal bulantılara saplanmaktan, bir şeyleri "çözememiş" olmaktan, karışık kafamdan, düşüncelerimin içinde boğulmaktan bir çeşit zevk alıyor olmalıyım ki, bir türlü ilerleyemiyorum.. Ya da, hakikaten fizyolojik, nörolojik temelli bir "yaşadığımı arşivleyememe, uzun süreli belleğe atamama" sorunum var.. Daha önce bahsetmiştim, yazıya dökmezsem çok basit ve açık şeyleri dahi göremeyebiliyorum. Ben buna “yazarak düşünebilmek” demiştim. Bu belki basit bir bilişsel eksiklik. Ya da sadece yazmayı çok sevmekten kaynaklanan bir alışkanlık. Öyle ya da böyle, sonuçta bir dirence neden oluyor ve hafızamı olumsuz etkiliyor. Şimdilik buna karşı bulduğum tek çözüm de kendi kişisel yaşam arşivimi, kendi kendime, "yaşadığımı kanıtlamak" adına tutmaya başlamak ve dönem dönem “yaşadıklarımı kendime tekrar hatırlatmak” gibi duruyor.. Bir nevi hafıza egzersizi.

Bu nedenle, bu direnci kırmak adına “farklı” bir adım atacağım ve (kısır) döngüsel düşünmeyi bu noktada bırakarak, yaşamaya ve yaşadığımı kendime kanıtlamak için de bana kalanları arşivlemeye başlayacağım.. Ufak bir not defteri, bir kurşun kalem ve o günden bana kalanlara dair bir kaç satır.... Sadece bu kadar.

13 Şubat 2021 Cumartesi

Yaşamın anlamı bulunmuştur.

O benim can dostum. Yıllar boyunca yaptığımız gibi koltuğun iki karşı ucunda değil de, soğuk mavi bir ekranın arkasında tam karşıma oturmuş, şu son bir senede olan biteni tek başına sırtlamaktan yorulduğu için, Atarax'ın beyaz kanatlarının verdiği destek ile, sakince gülümsüyor. Biz aynı yaştayız, aşağı yukarı aynı ortayaş krizinden geçiyoruz. Belki de gezegendeki herkes, yaştan bağımsız aynı krizlerden geçiyor. Kimse uyuyamıyor meselâ ve kimse ne olacağını bilmiyor..

O ilaç kullanıyor. Bense dağ tepe yürüyorum. Ayaklarımla düşünmekten ve belki de biraz bocalamaktan keyif alıyorum. Ya da düpedüz karmakarışıklıktan, tuhaf bir zevk alıyorum. 

Paul Auster'dan gözlerimle duyduklarımı, ben de ona aktarıyorum: Biliyor musun, diyorum, psyche kelimesinin iki anlamı var: ruh ve kelebek. Bu rastlantısal değil. Kelebek kozasından çıkana dek çok çırpınır, türlü zorlukların içinden geçmesi, mücadeleyle zamanını doldurması gerekir. Fakat bir çıktığında da, bambaşka bir canlıdır ve dahası, özgürdür... Her yere uçabilir. Ruh da böyle bence, zorluk olmadan, mücadele ve kavga olmadan, özgürleşemiyoruz... Herkes için özgürlük önemli değil elbet ama benim için çok önemli işte. Tüm sorgulamalarım bundan. Kendimden bir kelebeklik bekliyorum.

bu sıra dinlemekten sıkılmadığım albüm..

O ise hafifçe gülümsüyor karşımda.. İnsanın ancak ayak tırnaklarına oje sürerken söyleyebildiği türden, önemsiz, umarsız ve sıradan bir cümleyi kurarcasına rahat, bulabilecek misin sence? diye soruyor. Cevabımı beklemeden de, oysa bence çok basit diyor. Kalbim çarparak soruyorum; ne sence? ne kalacak yani bizden geriye? nedir önemli olan, anlamlı kılan, ne için yaşıyoruz?

Konuşmuyor. Kelimelerle değil, beden diliyle anlatıyor. Çok daha basit, direkt ve net. İki elini göğsünün önünde dua eder gibi tutuyor önce. İki saniye öyle kalıyor. Kocaman mavi gözlerini, uykusuzluktan iyice küçülmüş, çekik gözlerime dikiyor. Sonra avuç içleri kendine dönükken, bir elini bana doğru diğer elini kendine doğru, ileri geri, iki defa götürüyor. Anlam basit ve evrensel. 

O an gözlerim doluyor işte, başlıyorum hüngür hüngür ağlamaya.. O ise başını sola eğiyor. Yapma diyor. Gülümsüyor. İşte bu kadar basit. Sıradan iki insan arasındaki karşılıklı sevgi, iletişim, anlamak, paylaşmak, birlikte gülmek, ağlamak. Anlam, bu.. Ötesi teferruat.

5 Şubat 2021 Cuma

Başkasına odaklanmak

Burada dur! Çok çok önemli...!

Mutlu olmak için kendin dışında birini düşünebilmek, sevmek gerekir dedin ya; işte olayın atardamarı bu. KENDİN DIŞINDA! Şu ana dek hep kendi içindeki süreçleri izledin, yazdın, düşündün, çözmeye çalıştın. Hatan tam olarak bu oldu, seni kısırdöngüye sokan bu: kendi içinle çok fazla meşgulsün. Tamam anlıyorum, mesleki deformasyon bu; yıllardır insan doğasını anlamaya ve ondurmaya çalışan biri tabii ki kendi iç süreçlerini de diğer insanlara kıyasla daha fazla didikler. Fakat, sen biraz ipin ucunu kaçırdın. O kadar kendi içinle meşguldün ki, dışarıda olan biteni kaçırmaya başladın. 

Hayır doğayı demiyorum, ona fazla aşıksın, kendini didiklemekten bile fazla.. Gökyüzüne, denize, tüm bitki ve hayvanlara düşkünsün. İnsanları da seviyorsun aslında, onlara karşı sıcak ve yumuşaksın, sorun onlar da değil. Peki ne? Neden bu kadar kendinle uğraşıyor, bundan tuhaf bir zevk alıyorsun? Çoğu insan için "bir anlamı yok"ken, senin için yaşamın anlamını aramak, neden? sorularına cevaplar bulmak niye bu kadar önemli? Düşünmeden yaşayamamak?

İçine değil de dışına odaklandığın her an mutlusun ve yaşamının dolu dolu ve anlamlı geçtiğini görüyorsun. Fakat içine odaklandığın an, ipin ucu kaçıyor. Kendini didiklemeye, anlamsızlıklara ve olumsuzluklara yönelmeye, hep bir "hatayı düzeltmeye" çalışıyorsun ve hata bulamadığın anlarda da yaratıyorsun - ah bu yaratıcılık......

Şimdi tam burada dur. Buradan devam etmeye çalış. Bakalım ne olacak..

30 Ocak 2021 Cumartesi

Taban derisinden yapılan kadın

Meksika'dan bir öykü aktarıyor Clarissa Estes: 

"Ranchoslu yaşlı bir büyücü kadının bana anlattığına göre, La Que Sabe (her şeyi bilen), kadınları kutsal ayağının tabanındaki bir kıvrımdan yaratmıştı. Kadınların bilgili yaratıklar olmasının nedeni budur, çünkü onlar aslında her şeyi hisseden taban derisinden yapılmışlardır."

Bir çok yazımda "ayaklarımla düşündüğümden" bahsettim, çeşitli bloglarımda. Bu satırları okuduğum anda da bu betimlemem aklıma geliyor. Ve son zamanlarda hep ayaklarıma bakarak yürüdüğüm.... 

Günün Tortusu: Yürüme terapileri.

Bugün danışanları ofisin dört duvarında kapalı halde ya da evde ekran arkasından görmek yerine, terapiyi dışarıda buluşarak ve birlikte karda yürüyerek yaptım. Hem bana, hem danışana iyi geldi. Serin hava ve hareket, sadece ayakları değil, insanın düşünce ve algı gücünü de açıyor.. 

Eve dönüşte raporlamayı da masa başında değil, mutfak tezgâhının üzerinde, ara sıra dışarıya, pamuk gibi yağan kara bakarak yaptım. Ara sıra gözlerimin beyaz boşluğa dalması, düşüncelerimin akıp gitmesi çok hoşuma gitti.. Kar (sahi) neden (bu kadar sessiz) yağar?* 

Ve insanın kendi dışındaki bir şeylere odaklanması, neden insanı mutlu eder? Cevap yine Estes'den: Kıçlarımızdaki boku düşünüp durmayı bırakıp, ara sıra yıldızların eşliğinde seyahat edecek duruma yükselmemizi sağlayacak olandır; sanat, edebiyat, şiir, resim, müzik, felsefe ve din......

* Gölgesizler, Hasan Ali Toptaş.

24 Ocak 2021 Pazar

Amaç

Bu bloğu başlatan korku; hayatta bir amaç, anlam bulamamak ve rutin yaşam korkusuydu.. Hayatımın sonunda tüm yaşamımı boşa geçirmiş olduğumu fark etmekten korkuyorum.... İki korku da aslında ufak bir nüans farkıyla, birebir örtüşüyor: Bugünün amaçsızlığı ve rutini, yaşamımın sonundaki doyum ya da boşa geçirmişlik hissini etkileyecek diye düşünüyorum (ve hem bugünüm, hem de geleceğim için iki defa korkuyorum!)


İşte tam bu nedenle açtım bu bloğu. Hayatımı boş ve anlamsız hissettiğim, kendi rutinimin dışına çıkmayı başaramadığımı düşündüğüm ve ileride bundan pişmanlık duyacağımı sezdiğim için, "hayatta neler için yaşıyorum, bir belirleyeyim bakalım neymiş derdim?" diye düşündüm.

Rutin yaşamdan neden bu kadar çok korkuyorum, bilmiyorum. Oysa rutin yaşamın kendi içinde müthiş bir rahatlalığı da var. Her gün aşağı yukarı aynı döngü içinde yaşamanın insana sunduğu alışmışlık ve güven hissi var. Aynı adamla olmanın. Dönüp dolaşıp aynı 15-20 yemeği pişirmenin. Aynı insanlarla aynı mekânlara gitmenin. Gittiğin mekânda hep aynı masaya oturma tercihinin.. Bu alışkanlıkların hepsinin insana bir güven verdiği kesin. Peki güven veren şeyler, neden aynı zamanda da korkutucu? 

Oysa şu linkteki yazıya bakılırsa sakinlik "yeni tutku" imiş! Ama benim için bu böyle değil. Hayatımda biraz iniş çıkışlar, fazlasıyla tutku, heyecan, biraz zorluk, challenge (mücadele?) denen şu kişinin kendi kendini aşmasına vesile olan durumlar istiyorum. Yalan yok. Heyecan, tutku; bunlar benim için çok önemli. Bu nedenle tuhaf yerlere seyahat ediyor, bu nedenle çizginin dışındaki insanların dostluğundan büyük keyif alıyorum. Fakat aynı zamanda da rutine aşırı bağlıyım, hemen her konuda listelerim var ve rutinimin ve konfor alanımın dışına çıkmaktan bazen çok büyük rahatsızlık duyuyorum. Hele bir de bu rutin içinde bir amaçsızlık hissettiysem, hele bir de "boşluk" hissi gelmiş böğrüme oturmuşsa..


Çözüm?

Bulduğum tek çözüm, üstüne gitmek. Yani gelecek korkusuna değil bugüne, şu an yaptıklarıma odaklanmak ve aktif olmak. Hayatta önem verdiklerimi düşünmek, (mutlaka liste yapacaksam bunların listesini yapmak meselâ) ve bunları daha sık yapmanın bir yolunu bulmak. 

Bir de asıl rutini kıran şey, yeniliklere, yeni insanlara, yeni deneyimlere açık olmak..

14 Ocak 2021 Perşembe

Başarı


Başarı, yaşamı anlamlı kılmak için gerekli midir? Ya da daha doğrusu; çok çalışmak mı, zaten kişinin içinde olan yetenek mi, yaratıcılık mı şans mı, eğitim mi, bir felsefenin olması mı başarıdır hayatta? 

Bu faktörlerin genel yaratıcılık kavramının yüzdelik hesaplarına dökümü nasıldır? Yani iyi bir ressam olmak için yetenek %50, çok çalışmak %50 midir; yoksa bu yüzdelikler biraz daha ince ayar, biraz daha karışık mıdır?

Çok çalışarak iyi bir ressam olunabilir mi? Çocukluktan itibaren en yetenekli ustalardan el alınsa, sürekli kendini geliştirmek için tutkuyla çalışılsa, kişinin hayattaki tüm amacı ressam olmak olsa bile, iyi bir ressam olma şansı yüzde kaçtır? Tüm sanatlar için soruyorum.. Hatta belki de tüm meslekler için, tüm yaşam amaçları için; istemek ve tutkuyla çalışmak, sonuca ne derece katkı sağlar?

Ya da, muhteşem bir yetenek, onu ovalayıp ışığını ortaya çıkaracak bir ortam olmaksızın var olabilir mi? Köyde sığır çobanlığı yapan bir çocuğun deha olduğu, onu anlayabilecek, değerlendirecek ve "el verecek" bir ilkokul öğretmeni olmadan da ortaya çıkabilir mi? Sonsuz bir yazı yeteneği bile olsa insanın içinde, yazı sanatının temel kuralları, diğer yazarların katkıları, teknik bilim öğrenilmeden tek bir eser verilebilir mi? Nota bilmeden yapılan bestenin değeri hakikaten genellenebilir mi? Evrensellik ve çağlar arasında süregelecek türde bir kalıcılık sağlanabilir mi?

Konuştuğum sanatçı arkadaşlar, başarı %10 yetenek, %60 çalışma ve %30 felsefe’den oluşur diyorlar. Felsefe şu anlamda: kendine özgü bir kültür yaratabilmek, kişisellik, sanatçının "imzası". Bunu sevdim. Burada dursun.

Foto: Mikhail Baryshnikov - Le Jeune Homme et la Morte, Max Waldman, 1975.

1 Ocak 2021 Cuma

İyi yaşlanmak

Bu kavramla bizi 20 yaşımızda tanıştıran Gelişimsel Psikoloji hocamız geldi aklıma. O zamanlar 45 yaşlarındaki bu adamcağızı hem yaşlı bulurdum hem de öhöm baya çekici. Yaşımın iki katı yaşındaki birini neden çekici bulduğumu düşünürken, şunu fark ettim: Bazı insanlar diğerlerinden farklı yaşlanıyorlar. 


Orasını burasını estetikleten, dış görüntüsüyle sürekli bir kavgası olan ve sonunda da aynı estetikçinin elinden çıkmışçasına sıradanlaşan insanlardan bahsetmiyorum. Bazı insanlar çok güzel yaşlanıyor be, yani içten bir tazelikle yaşlanıyorlar. Hani sonbahardan toplanıp kilere konan ve baharda hafif buruşmuş ama ısırdığında şahane bir tat veren elmalar gibi. İçlerinde bir tazelik kalıyor.

Dört kollu terazi yöntemim var ya benim, sadece fiziksel ya da psikolojik sağlık değil bilişsel anlamda yani beynimizi aktif tutarak ve sosyal anlamda yani insanlar arası ilişkilerde etkin kalarak yaşamayı anlattığım hani.. Hah işte o da aslında sağlıklı yaşamanın, sağlıklı yaşlanmanın tek yolu bence.. 

Nasıl yaşlanmak istiyorum biliyor musun blog.. Görüntümden şu an aldığım keyfi koruyarak, sevdiğim bir spora (yüzmeye mesela!) devam ederek, şimdi çocuklarla yaptığım gibi ileride de tek başıma kaldığımda radyoda sevdiğim bir şarkı çıkınca elimde ne varsa bırakıp dans ederek, yolda gelip geçene laf atmaya, hal hatır sormaya ve gülümsemeye devam ederek :) Meraklı olmaya, neymiş bu ya diye bakmaya devam ederek, teknolojik gelişmelerden, sanattan, kültürden kopmadan güncel kalmayı başararak. Biraz da yaramaz olarak, hani bir şey yaparsın kimseye kötülüğü dokunmaz ama yine de suçtur da kendi kendine kikirdersin.. Öyle işte, evet inşallah öyle bir yaşlı olacağım ben! Ha bir de saçlarım bembeyaz, pırıl pırıl ve upuzun olacak. Evet!

Foto: Botanik parkında hayatı bir sezondan ibaret bir güzellik..