20 Aralık 2023 Çarşamba

Kendini DE sevmek: Son

2023 konusu olarak zor bir konu seçtim, kendimi de zorladım gerçekten enine boyuna düşünmek ve kendimi bir iğne boyu olsun geliştirebilmek için bu konuda. Çalıştığım ana temaları şöyle özetledim bak:

Tabii bunların alt temaları, şeytanın ayrıntıda gizli olduğu noktaları var ama genel anlamda sanırım şu çizelgeyi layıkıyla başarabilirsek, kendimizi de layıkıyla sevebiliyoruz diyebilirim.. 

Kendini sevmek, baştan belirttiğim gibi DE eki olmaksızın çok yanlış bir noktaya gidiyor. Özellikle sınırsız özgüvenin narsistik kişilik yapısına hızla evrildiği şu çağımızda, herkesin ama özellikle de hiçbir özelliği ve artısı olmayanın kendini en çok beğenen olması ve bunu sosyal medya yoluyla haykırması, sürekli bir "görün beni, beğenin beni" ihtiyacıyla çevrelenmiş kitleler olmaya doğru hızla gidişimiz beni üzüyor evet.. O nedenle, kendinizi de sevin derken, öncelikle insanı, insan olduğu için sevin diyorum. Bu anlamda "önce kendinizi sevin"cilerden ayrılıyor, "önce hümanizm" diyorum.. Çünkü bir insanı yanlışıyla, hatasıyla, kötü yönleriyle de sevebilirsek, onu anlamaya ve kabul etmeye uğraşırsak, o zaman kendimizi de kötü yönlerimizle, başarısızlıklarımızla, hatalarımız ve zayıflıklarımızla kabul edebilir, anlayabilir ve sevebiliriz. Benim düşüncem bu, elbette doğru olan budur demiyorum. Bütünden parçaya inmek, parçadan bütüne ulaşmaktan çok daha kolay geldiği için böyle düşünüyor da olabilirim :)

Umarım bu 12 yazılık macera hoşunuza gitmiş, sizi düşündürmüş, sorgulatmış, belki de yeni alışkanlıklar kazanmaya motive etmiştir. Bu konu benim için bitmedi, daha yolun başında olduğumu biliyorum. Bakalım 2024 bana neler getirecek ve kişisel gelişimim, sorgulamalarım, anlam bulma arayışım ve ihtiyacım nasıl evrilecek :) 

Herkese güzel bir sene dilerim. Aralık 2024'te görüşmek üzere! 

19 Aralık 2023 Salı

Kendini DE sevmek - 12: Stres Anlarını Yönetebilmek

Bu yazıda doğru beslenme, uyku, spor, ekransızlık, dostluklar, zaman yönetimi gibi klasik yöntemler yok... Bu yazıda sıcak bir duş al, bir bitter çikolata at ağzına, anda kal gibi öneriler de yok. Çünkü onların hepsini zaten sağır sultan bile biliyor. Bu yazıda, kendi içimizdeki fırtınaya odaklanacağım ben, çünkü o dinmeden ne yaparsan yap, boşuna....

Klasikler, her zaman ve koşulda işe yaramayabilir..

Stres anları herkes için farklı; kimi kaya gibi durabilir, kimi kum gibi dağılabilir. Kimi güçlü olduğunu sanarken, en ufacık bir rüzgarda yerle bir olabilir, kimi kaldıramayacağını, hayatta kalamayacağını sandığı anlardan büyük bir metanetle çıkabilir. Stres herkesi farklı etkiler. Ve herkesin stresle mücadele yöntemi de farklıdır. Dolayısıyla kimine "anda kalmak" iyi gelirken, kimi oturup sayfalarca "plan program yapmak" isteyebilir, bir diğeri "geçmişi irdeleyip ders çıkarmaya" çalışır.. Kimi mizaha başvurur, kimi duaya, kimi arkadaşlarına, kimiyse "aklını anlık şeylerle oyalamaya ve dağıtmaya" çalışır.. Dolayısıyla stres anlarını yönetmek, son derece bireysel ve herkes için değişen bir anlama gelmektedir.

Fakat tek bir yöntem herkes için işe yarıyor; kendine acımak, kendini suçlamak ve cezalandırmak yerine, kendine şefkat göstermek, anlayışlı yaklaşmak ve her koşulda inanmak, güvenmek ve emin olmak. Çünkü eğer stres anlarında bir de kendinle savaşıyorsan, o savaş asla galibiyetle sonuçlanmayacaktır...

Tüm yöntemlerden önce "durmak" ve "sakince durumu değerlendirmek" gerekir. Konuşan içses negatifse, onu susturmak ve yerine "mantıklı düşünceyi" koymak gerekir. Duruma göre saldırmamız mı, kaçmamız mı gerekiyor, onu hesaplamak ve zaman kaybetmeden eyleme geçmek gerekir. Eğer yapılacak hiçbir şey yoksa, yani çaresizsek de, bir an önce kabullenme aşamasına geçmemiz gerekir. Mızmızlanmak ve kendimize acımak eğer kısa sürecekse yararlıdır çünkü mızmızlanmak da insana "dur ve dinle, seni rahatsız edeni dile getir ve yardım iste" demektedir. Ama sürekli mızmızlanmak, kendine acımak, pasif çaresizlik; bunlar uzun vadede bir de kişilik kalıbına dönüşürse, stres anlarını yönetmek mümkün olmayacağı gibi, "hayat olumsuz, karanlık, yalnız bir yer" yanlış kalıp yargısına erişmeye neden olur ve o noktanın geri dönüşü de çok zordur... 

Dolayısıyla, stres anlarında kendimize öz şefkat göstermek, kendimizi dinlemek ve iç sesimizi olumluya çevirmeye çalışmak, kendimize güvenmek, inanmak ve "önceki stres anlarından nasıl çıktığımızı hatırlamak" gibi yöntemlerle motivasyon vermek en birincil görevimizdir. Zaten biz kendimize güvenirsek, gücümüzü yeniden kazanmaya başladığımızı görecek ve kendimizi güçlü hissettiğimiz anda da karşı saldırıya geçip, bu savaşın galibi olacağız... O zaman ilk adım; kendimize acımayı bırakıp, bu "problem"i nasıl çözebileceğimize ya da çözümsüzse de, bu kısırdöngüden nasıl çıkabileceğimize odaklanmak.. Gerisi biraz öz şefkat ve sabırla, mutlaka gelecektir..

Yarın: Sonsöz :)

12 Aralık 2023 Salı

Kendini DE Sevmek - 11: Sınırlar

Mükemmelliyetçiliğin ikiz kardeşi. Mükemmelliyetçilik ile ortak noktası "bu dünya bensiz dönmez" ile "ben bir hiçim, kimse beni önemsemiyor" arasındaki fırtına. Narsisizm ile Düşük Özgüven nasıl ikiz kardeşse, Mükemmelliyetçilik ile Sınır Koyamamak da öyle... 

"Bir iş, onu gönüllü ve iyi yapanın üzerine yapışır" diye bir söz duydunuz mu? Duymadıysanız da deneyimlediniz mutlaka: "yahu ikimiz de çalışıyoruz, neden yine de her gün ben yemek yapıyorum?" sorusuna verdiğin yanıt: "ben iyi yapıyorum, hızlıyım, üstelik temiz çalışıyorum. O yapsa bir de mutfağı temizlemem gerekecek.. Boşver yapıvereyim."

Yapıvereyim, edivereyim, halledivereyim.. Nasılsa ben daha hızlıyım, daha iyi yapıyorum, benim için yük değil ve bir gün bakmışsın ki hasta halinle, ateşli, ayakta duramaz halinle kendi kendine çorba yapan yine sensin... Bu noktada bunun tamamen karşı tarafın suçu, tembelliği, yeteneksizliği olduğunu kim iddia edebilir? Belki de sen sürekli görevleri üstüne aldın, başkalarına fırsat vermedin, e serde mükemmelliyetçilik de var, başkaları da "senin kadar iyi" yapamıyor ne de olsa... 

Bu noktada yakalıyorsan kendini sık sık, sınır koyma konusunda sorunların olabilir. Sınır koymak her zaman karşındakine yönelik bir ketleme değildir. Bazen kendi kendini de durdurman, sınırlarını gözden geçirmen gerekir. Bu özellikle ilişkilerde "sürekli verici taraf" olmamak için ve senin de "verdiğin kadar almaya, talep etmeye hakkın olduğunu" kabul etmek için, önemli.

"Kendinde hak görmek" burada kilit nokta. "Ben seni tutmuyorum ki, sen kendi kendini tutuyorsun" sözünü sık duyuyorsan, "ben sana yap demedim ki, sen yapıyorsun" diyorlarsa, ya da sen kendi kendini paralamış ve yorgun düşmüşken içindeki o ses "bir teşekkür bile etmediler, bir isteğin arzun var mı demediler" diye mızırdanmaya başlamışsa, öce dönüp içine bakmalı ve kendine "ben neden kendimde alma, talep etme hakkını görmüyorum" demelisin. 

Bunun genellikle toplumsal rollerle, norm ve kurallarla çok ilişkisi oluyor. Ayıp olur, aman ben söylemeden anlasınlar, dile getirilmez şimdi, ne olacak yapıvereyim elime mi yapışır... gibi kalıpları hayatından çıkartmakla başlayabilir, "Bir işi başkası da senin kadar (dikkat: iyi kelimesine gerek yok) yapabiliyorsa, ona bırak" kuralını uygulamayı deneyebilir, benim de hayatta herkes kadar tembelliğe, boşvermişliğe, aylaklığa hakkım var diye düşünmeye başlayabilirsin.

Çevrendekilere sınır koymak, kendine koyduğun sınırları gevşetmek, kişiler arası sevgiyle direkt alakalı olmasa da, öz sevgiyle çok yakından alakalıdır.. Kendini de sevebilmek için, sınırlarını mutlaka gözden geçirmeni, hem gevşetmeni ve hem de güçlendirmeni tavsiye ederim. 

:))) kuvvetle muhtemel..

Yarın: Stres anlarını yönetebilmek

11 Aralık 2023 Pazartesi

Kendini DE Sevmek - 10: Mükemmelliyetçilik

Mükemmelliyetçilik hem başkalarını hem kendini hem yaşamı sevebilmenin önünde duran en büyük "kaya"lardan biri sanırım. Maalesef hem kişilik yapısıyla (dolayısıyla genetikten getirilen) hem de öğrenilen bir davranış, tutum ve inanç konusu olduğu için, çalışılması en zor konulardan da biri. Ama zor olması imkansız olması anlamına gelmiyor, en azından içimizdeki mükemmelliyetçiliği bazı konularla sınırlamayı, ehlileştirmeyi, bize ve çevremizdekilere zarar verdiği noktalarda dizginlemeyi öğrenmek, çok da zor değil.

Kendini sevme bazında ele alırsak, mükemmelliyetçilik maalesef içses ile ortaya çıkıyor. Bu konuda şurada yazdıklarımı tekrar etmeyeyim, ek olarak sadece şunu söylemek istiyorum. Mükemmelliyetçilikten muzdaripsen, kendine sırayla, tek tek, yavaş yavaş, üzerinde düşünerek, şu soruları sormanı isterim:

Mükemmellik ne demek?
Sana mükemmel olmak zorunda olduğunu söyleyen kim? 
Ona neden bu kadar inanıyorsun?
Yaptığın iş mükemmel olmazsa / olmazsan ne olur?
Çevrende hiç "mükemmel" insan var mı? 
Yoksa, sence neden yok? 
Varsa, onun yanındayken kendini nasıl hissediyorsun? 
Mükemmel olmak yerine "ne olmak" sana gerçekten mutlu hissettirirdi?

Bugünkü yazımız bu kadar.. Bu konuda düşünmeni isterim.... Cevaplar sende.


Yarın: Sınır koymak

10 Aralık 2023 Pazar

Kendini DE sevmek - 9: AMA yerine VE Yöntemi

Kendini sevme alıştırmalarında en sık kullandığım yöntemlerden biri de "Ama yerine Ve bağlacını kullanmak" yöntemi.

- Ben aslında çok zekiyimdir ama dikkat etmiyorum. / Ben zeki ve dikkatsiz biriyim.

- Eşim beni çok seviyor ama bunu göstermeyi bilmiyor. / Seviyor ve (bazen) gösteremiyor.

- Aslında kalbi temiz ama sinirli işte. / Sinirli ve kalbi temiz biri.

- Aslında çok güzel kız ama kilolu. / Kilolu ve çok güzel bir kız.

- Aslında çok eğlenceli biri ama ukala. / Ukala ve eğlenceli biri. 

Bu örneklerde dikkat çeken şu; ilk cümlelerde örnek hep olumsuz sıfata yüklemle bitiyor, dolayısıyla ilk bölümdeki başarı ne olursa olsun bizim aklımızda kalan yetersizlik, başarısızlık gibi olumsuz sıfatlar. Bu otomatik olarak beyni olumluyu önemsizleştirip olumsuzu pekiştirerek kaydetmeye koşulluyor. 

İkinci cümlelerdeki "ve" bağlacı ise, beynin bu iki sıfat arasında seçim yapmasını engelliyor. Çünkü bir insan sadece "siyah" ya da "beyaz" değildir, insanlar tüm duygu, davranış ve alışkanlıklarında duruma ve koşullara göre seçimler yaparlar. Bu insanları "renkli" ya da birbirlerinden farklı kılar. Dolayısıyla "güzel AMA şişman" dediğimizde tüm şişman insanların çirkin oldukları yargısıyla hareket ederiz ve beynimiz bir süre sonra bunu "otomatikleştirmeye" başlar. Oysa bazı insanlar şişman, bazıları zayıftır, bazıları uzun, bazıları kısadır ve bu sıfat "güzellik / çirkinlik" sıfatının yapışık ikiz kardeşi değildir.

Bu örneklerin bir benzerini de kendimiz için kullanıyoruz. Aslında yaşım için güzel sayılırım ama basenlerim çok geniş. O adamı çok sevdim ama o beni sevemedi. Çocuğumu çok seviyorum ama bazen beni çok yoruyor. Eşimle uyumluyuz ama bazen beni anlamıyor. Yine aklımızda kalan hep cümlenin ikinci yarısı, çünkü yüklem hep ama'dan sonraki ikinci yarıda. Fakat bu cümleleri "ve" bağlacıyla denediğimizde, en azından değer yargılarımız tek bir uca kaymamış, beynimiz her iki durumu da eşit algılamış oluyor. 

Eğer "AMA" kalıbını "VE"ye dönüştürmekte çok zorlanıyorsanız, bir önceki aşamada, cümleyi ters çevirmeyi de deneyebilirsiniz: Misal: "Eşimle uyumluyuz ama nazen beni dinlemiyor ve anlamak istemiyor" yerine "Eşim bazen beni hiç dinlemiyor ve anlamak istemiyor AMA aslında uyumluyuz" ya da "Aslında yaşıma göre güzel sayılırım ama basenlerim çok geniş" yerine "Basenlerim geniş AMA aslında yaşıma göre güzel sayılırım" gibi. En azından bilişsel açıdan beyin cümlenin ikinci yarısını daha "önemli" sayar... Bu da bir başlangıç olabilir.. 

Bunlar çok basit yöntemler ama beynin işleyişi de onu anlayan biri için oldukça basit. Beyin alışkanlıkların organı. Neyi öğrendiyse onu devam ettirmeyi seçiyor. Eğer olumsuz koşullamaya alışırsa, olumsuzları ayıklayıp görmeyi seçiyor ve hayatı olumsuza boyuyor. Eğer bunu fark edip bu çarka bir çomak sokar ve her sefer inatla onu AMA yerine VE kullanmaya zorlarsak ya da cümleyi ters çevirme oyununu oynarsak, bir noktadan sonra beynimiz ve iç sesimiz otomatik olarak bu oyunu kendi başına, bilinçaltından devam ettirmeye başlar. 

Kural yine aynı ve çok basit: bunu sürekli uygulamak, ta ki alışkanlık olana dek. Bir noktada otomatik VEler ağzımızdan çıkmaya ve bizi şaşırtmaya başlayana dek..

Yarın: Mükemmelliyetçilik

9 Aralık 2023 Cumartesi

Kendini DE sevmek - 8: Kendini ödüllendirmek

Dün çat çut, bolca "meli malı"lı cümle kurduktan sonra, içimdeki huysuz "iyi güzel diyorsun da, ben kendime ne ödül vereceğimi bilmiyorum ki.." diyor. Hatta sadece içimdeki huysuz mu, neredeyse tüm "kendini sev"ciler de bilmiyor olsa gerek ki, dönüp dolaşıp aynı şeyleri öneriyorlar: "sıcak bir banyo, yoga, sevdiğin bir yemek, alışveriş" 

?!? 

Yahu bu kadar sığ mıyız biz? Ya da bu kadar basit midir beyindeki ödül mekanizmasını harekete geçirmek?

Alışverişi ele alalım bak.

Sen alışveriş konusunda nasılsındır bilmiyorum, ben çok kötüyümdür. Benim için alışveriş tamamen "ihtiyaç giderme" odaklı bir davranış, şu eksik, bu alınmalı diyerek, son derece nadir çıktığım alışverişleri rekora koşar gibi 1-2 saatte halledip dönmelerimle ünlüyümdür. Bu bir yetenek evet ama aynı zamanda da bir "kaçış". Çünkü ben asla alışverişe "keyif için" çıkmadım, "vitrin bakmak" benim için "zaman kaybı". Bir listem vardır, hızla ve önceden de çizgisini beğendiğim dükkanlara girer, genelde kafamdakine %90 benzer birşey bulur, kaçarcasına çıkarım. 

Alışverişe çıkamadığım gibi, aynı nedenlerle biri için bir şey de alamam! Hediye vermek benim için kabustur; o insana kendisinin de akıl edip alamayacağı ne verebilirim ki? İnanın insanların birbirine hediye çeki vermesi ruhsuzluk sayılmasa, vallahi bence şahane bir çözüm :)) Bu yeteneksizliğimin nedeni bence yine "ne ödül vereceğimi bilmiyorum"dan başlıyor. Ne diğerlerine, ne de kendime, ne ödül verilir bilmiyorum ve iddia ediyorum insanların çoğu da maalesef benim gibi, özellikle de kendine karşı ne ödül verilir bilmiyor! 

Bu yazı için görsel ararken, "kendinize ödül verin" içeriklerinin tamamında "köpüklü banyo, yüz el bakımı, alışveriş ve (en beteri de) yeme içme" ödülleri dışında bir şeylere çok az rastladım! Bunları hem çok "feminen" buluyor ve bir erkeğin "dur kendime bir köpüklü banyo ödülü vereyim" diyebileceğine falan akıl sır erdiremiyor, hem de "yahu bu kadar sığ mı bu öz-ödüllendirme olayı?" diye hayal kırıklıklarına kapılıyorum! Özellikle "şunu al bunu al" son derece tüketim kültürü ve materyalizm kokuyor ve anında beni itiyor...

Mum yak, çay iç.. Peki? Sonra? Kendine çiçek al, o an google telefona reklam geçer: kır çiçeği 50TL :))

Sonra şunu düşündüm: Bu kadar sıradan olmak zorunda değilsin...

Düşün bakalım, birinden aldığın en güzel ödülleri hatırla, genelde maneviydi değil mi? Eşinin her seyahatte pasaportunun arasına bıraktığı notlar, kızının saçlarını tararken gözlerini kısışı, oğlunun yapış yapış öpücükleri, annenden duyduğun "sen iyi bir annesin" sözü, patrondan duyduğun "harika iş çıkarttın.." sözü.. Demek ki olay mum yakmak, oje sürmek değil senin için. Bunlar.. E o zaman "aracıyı aradan çıkaralım?" Yani sen kendi kendine de bunları yapabilirsin. 

Kim görecek, kim duyacak? Haydi geç bakayım aynanın karşısına :))) Aynada kendini gör ve kendine iltifat et: "şunu çok iyi yaptım bugün, bugün şu dediğim çok hoştu.." Bu kadar... Tabii ki anahtar kelime: süreklilik. Otomatikleşene ve alışkanlık olana dek.... 

Yarın: Kendini sevme alıştırmalarından bir diğeri; AMA yerine VE bağlacını kullanmak.

8 Aralık 2023 Cuma

Kendini DE Sevmek - 7: Kendini keşfetmek

Dün kendimizi gördük, bugünse "merakla inceleme"ye geldi sıra...

Sana sorsam: kendini tanımlar mısın? diye, ilk neleri söylersin? "Adım şu, şu yaşımdayım, işte mesleğim şu, yaşam ve ilişkilerimdeki rollerim şunlar..". Hâlâ bakıyorum "eee, sonra?" o zaman ne dersin? Büyük ihtimalle "şunu severim, hobilerim şunlardır.." Yani kendin hakkında o yaşına dek keşfettiklerini paylaşmaya başlarsın, şunu yapmayı severim, bundan zevk alırım, şunu öğreniyorum, şöyle bir şey hoşuma gidiyor.. gibi. Demek ki, kendimizi tanımlarken neyi sevdiğimiz önem arz ediyor..

Peki neden kendini keşfetmeyi bıraktın o zaman?

Çocukken öyle değildin... Çocukken her şeyi merak eder, sorgular, denemek ister, bazılarından korkar, kaçınır, yapmamak için kavgalar verir, bazılarını takıntı haline getirecek derecede sık yapar, aşırı zevk alır hatta kendini tehlikeye sokacak noktalara götürürdün hani? Ne oldu peki? Neden vaz geçtin?

Zamanım yok... Enerjim yok... İşte çocuklar, roller, sorumluluklar... 

Peki ya BEN?

Ne zamana dek kendini erteleyeceksin? Kendini görmeyi, tanımaya, anlamaya ve sevmeye çalışmayı?

Yeter artık procrastination yaptığın.. Yani ertelediğin, önemsizleştirdiğin, hasır altı edip kendini kendine unutturduğun... "Benim hiç bir yeteneğim, ilgim, hobim yok, işte kitap okurum, internette dolanırım..." bunları öyle sık duyuyorum ki depresyonla savaşan danışanlarımdan... Sonra 3-4 seans sonra bir bakıyoruz, ohooo, ne cevherler ne ilgiler var kazılmayı bekleyen... İlle hepsini iyi yapmak zorunda değilsin ki, belki gerçekten müzik kulağın yok ama bir müzik aletini elinde tutmak, omzuna asarak derse gitmek hoşuna gidiyor? O da bir şeydir. Ne dedik, mükemmelliyetçilik yok. Oyun var, keşif heyecanı var, yenilenme var.... 

Oyun çok büyük bir ihtiyaç bak; sadece çocukluk dönemi için değil, yetişkinlikte de çok büyük bir ihtiyaç.... Hayatla oyun oynamayı bilmek lazım, hayata bir oyun gibi bakabilmek, oynarken öğrenmek, eğlenmek lazım.... 

Bence erteleme, yap bir liste bugün: 

- Neleri yapmak bana keyif veriyor, yeni neleri deneyebilirim? Hep yaptığım bir şeyi, farklı bir şekilde nasıl yapabilirim? Hep gittiğim yoldan başkasını nasıl deneyebilirim? Haydi bakalım... Ufacık bir şeyi farklı yap ve ne hissettiğini anlamaya çalış, bence hoşuna gidecek..

en azından her günkü dolmayı farklı yap bir sefer ;)

Yarın: Kendine ödül ve hediye vermek, kendini kutlamak