Tüketmek sadece kendini ya da karşındakini tüketmek, bir şeyi gereğinden çok almak ya da ürettiğine eşit anlamda tüketmemek değil ki... Bir de - ooof of - bir de koca bir yaşamı "tüketmek" var. Bir yaşamı potansiyeline uygun gerçekleştirememek, türlü keşkeler ve pişmanlıklar arasında geçirmek, cesaret edip adım atamamak, fırsatları kaçırmak ya da en fenası bomboş, anlamsız, amaçsız geçirip bitirmek....
Diyeceksin ki, ohooo, ne güzel, varoluşsal kriz yaşayabilmek için, insanın en önden temel ihtiyaçlarını, güvenliğini ve bir anlamda da özgürlüğünü kendi elinde tutuyor olma lüksü var demektir; salt bu bile bir "lüks"ken, tutup varoluşsal kriz yaşamak da nedir.... Fakat temel gereksinimlerimiz ve güvenliğimiz olsa bile, işte insanoğlu doyumsuz mu dersin, yaratıcı ve onarıcı mı bilmem; ama varoluşsal kriz son derece gerçek ve geçerli, hatta ekstrem noktalarda birçok insanın yaşamını zehir eden bir bunalım. Genelde evet, temel ihtiyaç ve gereksinimleri karşılanmış, entelektüel birikimi olan insana özgü olsa da; bazen ufacık bir çocukta ya da köyünden hiç çıkmamış bir çoban abide de karşılaşabilirsin varoluşsal krizle.. İnsanın anlam arayışı der Viktor Frankl; insan yaşamına bir anlam vermeye çalışmazsa, bu yaşam boşa geçirilmiş bir yaşamdır diye de ekler.....
Bazılarımız şanslıyız. Bir "açıklık"la gelir bazısı bu dünyaya. Ufacık bir çocukken der ki "ben doktor olacağım ve insanları sağlıklarına kavuşturacağım" ve olur. Ya da "ben anne olacağım" demiştir ve olmuştur, "ben sürekli seyahat edeceğim, ben keyifli bir hayat geçireceğim, ben bana odaklanacağım" demiş ve olmuştur ve mutludur ve doygun bir yaşam sonunda gözlerini kapatırken yaşama, "ben oldum, ben yaptım, ben yaşadım, ben tamamlandım" diyerek kapatır.. Yeterlidir. Yetmiştir hayata ve hayat da ona.
Bazılarımızsa "karışık"tır, "dalgalı"dır, çok renkli ve karmaşıktır.. O daldan bu dala atlar, onu dener beğenmez, bunu yapar sıkılır, şunu dene dersin burun kıvırır, bu dersin yapamam der... Bir türlü odaklanamaz, bir türlü damıtamaz kendini, bazen de huzursuzlukla, ait olamama hissiyle kaplı olur tüm hayatı. Bir yerde bir "kırılma noktası" arar durur, sanki o noktayı bulsa ve tamir etse, diğer her şey de yerine oturacak sanar.. Ve yaşamın sonuna gelindiğinde, türlü pişmanlıklar, keşkeler, ya onu değil şunu seçseydimler içinde bir "tamamlanmamışlık" ile gözü arkada kala kala gider...
Peki nedir bazı insanların bu kadar "açıklıkla" görüp yapabildikleri, odaklanabildikleri şeylerin başka insanlar için bu kadar "zor" görülmesi, bulunması, karar verilmesine neden olan fark? Şans mıdır; kimine doğumla verilmiş bir açık görme kabiliyeti? Yetiştirme şekli midir; kiminin ailesinin "tamam canım yavrum sevmediysen sıkıldıysan al bak hemen başka oyuncak, bırak bırak zorlandıysan voleybolu bırak basketbola yazdıralım seni" tarzı koruyucu ebeveynliği ya da özgüven eksikliği midir "ben yapamam bunu, başaramam" hattâ ikiz kardeşi mükemmelliyetçilik "ya en iyisini yaparım ya da hiç girmem bu topa"...? Nedir mesela "evdeki bulgur"u yetersiz gösterip pirince süren insanı? Ya da nedir bir insana "ben hangi konuda yeteneğim olduğunu bilmiyorum, bulamadım" dedirten?
Yaşamın amacı peki; daha küçük yaşlarda mı aranmalıdır, o hedefe konuşlanılmalıdır; yoksa ölüm döşeğinde yaşananların damıtılmasından kendi kendine mi belirir?
Bir de zekâ ile ne kadar ilişkilidir meselâ? Ne istediğini bilmek, istediğine giden yolu açıklıkla görebilmek, motivasyon düzeyini sabit tutabilmek? Yoksa tamamen şans işi midir; bir keşif gibi "aaaa ben bunu seviyormuşum ve iyi yapıyormuşum" diyebilmek?
Yüzde kaçı mesela kişinin tamamen içinden gelir de yüzde kaçını içinde olduğu toplum, ailenin ve yakın çevrenin beklentileri belirler? Misal sanat yetenek midir çalışma mı, ailede sanatçı ya da sanatı destekler bir yaşam tarzı yoksa bir çocuğun sanata adım atabilmesi mümkün müdür? Böyle kaç çocuk vardır meselâ; bir Picasso olabilecekken eline bir fırça verilmemiş? Yaşamını boşa geçirmiş, dünyaya katabileceği mirasın farkına bile varılmamış... Of ağlayacağım, nasıl bir "boşa geçirmek"tir bu, hiç mi hüzünlendirmez insanlığı?
Boşanıp çok mutlu olabilecekken sırf babasına verdiği sözü tutmak uğruna koca bir hayatı sevmediği biriyle geçirmek? Ve o insanın da bir ömür boyu "sevilmediğini" hissetmesine neden olmak.. Bir tanecik yaşamı bir söz yüzünden hiçlemek; bilinen en büyük günahlardan değil midir mesela?
Düşünsene milyarlarca yıl yoksun, hiçsin, sonra hadi diyelim 80 sene dünya üzerindesin, sonra yine milyarlarca yıl yoksun, hiçsin...... Ve o 80 seneyi nasıl geçirdin? Bu düşünce bile tek başına "hayatının eyerini elinde tut!" mesajı vermeye yetmez mi?
Flâneur / neuse, gözlemci, yaşamı izleyen olmak bir de; izlemek güzeldir eğer bilinçli yapılıyorsa. Gerçekten görmeye anlamaya çalışarak hayatın içinde yürümek, belki hiç etki yaratmadan, hiçbir anlam taşımadan "akmak" da bir seçenektir elbette. İyi de bir seçenektir... Fakat o zaman da bundan "doymak", bununla "tamam olmak", bunu "yeterli" bulmak esastır bence.. Sürekli bir arayış içindeysen, belli ki gözlemlemek değil senin amacın. Büyük ihtimal "yapmak"la ilgili bir amacın var ama ne olduğunu bilemiyorsun.... Bulmak için, bir mentora, bir ruh rehberine, bir mürşide ihtiyacı olan müridsindir... O zaman işin kolay; yaşamını tüketmemek istiyorsan, bir an önce mürşidini bul derim.. Derim de keşke o kadar kolay olsa bu işler....
Sen bulabildin mi mürşidini? Edebiyattan biri mi, bir dost mu gönlünü sakınmasız açabildiğin, bir öğretmen mi? Bazen hiç beklenmedik insanlardan da çıkar mürşitler; otogarda rastladığın, ayaküstü 5 dk karşılaştığın biri olabilir, dağ başında bir çoban, hatta kendi kızın ya da oğlun ve bazen doğa, sanat, bir hayvanın karşılıksız sevgisi.. İnsan mürid olmak istemesin; mürşit her yerde.....
Günün alıştırması: Sen yaşamını "tükettiğini" düşündüğünde ne yapıyorsun, nasıl başa çıkıyorsun kendi kendinle? Ne yapıyorsun da yaşamını anlamlı buluyorsun ya da anlamı yeniden bulabiliyorsun? Hattâ nedir senin yaşamının anlamı sence, yazsana....
Bir sonraki konu: Yaşamının anlamını bulmak isteyenler için 7 önemli soru ;) Hey girl dergisine dönmeden işlemeyi umduğum diye de ekleyeyim :)))
Şu anda neysem oyum ve başka türlü olma olasılığım yoktu diyorum kendi kendime. Çünkü attığım her adım o ana kadar olan her şeyin beni oraya getirmesi ile atılıyor. Yani en baştaki adımdan en sondaki adıma kadar birbirine bağlı bir süreç. Şu yıla dönsek, şu olayda şöyle değil de böyle yapsaydım demek çok saçma. Şu an vereceğim karardan farklı bir karar verebilmem için en başa dönmek ve bambaşka biri olarak şu ana gelmek gerek. Yani 30 yaşında verdiğim bir kararın değişmesi için, atıyorum 5 yaşında yaşadığım bir şeyin ya da tüm çocukluğumun komple değişmesi gerek belki de.
YanıtlaSilAnlatmak biraz zor ama aslında her an yapabileceğim, yani mevcut kapasitemin el verdiği tek şeyi yapıyorum. Farklısını yapmam mümkün değil.
İnsan hep bir seçme şansı var, önünde ihtimaller denizi var sanıyor. Oysa yok. Karar verdiğimiz anlarda, tüm geçmişimiz ve benliğimiz ile sadece tek bir şeyi yapabiliriz ve biz de onu seçtiğimizi sanıyoruz. Başka bir geçmiş, başka bir benlik başka bir şey yapabilir tabi.
Bir örnek vereyim. Diyelim alışverişe çıktık. Alabileceğimiz binlerce elbise var ama bir tanesini seçip alıyoruz. İşte diğer seçenekler aslında bizim için zaten yok. Benliğimiz doğduğu andan itibaren yaşadıklarımız ile öyle şekilleniyor ki o elbiseyi seçmek kaçınılmaz oluyor.
Anlatabildim mi bilmiyorum ama attığımız her adımı, o an için bize en doğrusu, en mantıklısı ya da en çok istediğimiz şey gibi göründüğü için atıyoruz. Belki de gerçekten istediğimiz adımı atmaktan korktuğumuz için güvenli yolu seçerek atıyoruz. Sonuç olarak o an bizim için başka bir yol yok aslında. Biz alternatifler olduğunu ve bir şekilde yanlış tercihler yaptığımızı sanıp kendimizi boşuna üzüyoruz bence :)
Seçim ve pişmanlıklar konusunu iyi anlatmışsın kedicim.. Benim demek istediğim biraz farklıydı; daha bilinçli tasarlanmış özenli bir ömür sürenler de var, tamamen boşvermiş, pasif şekilde salınanlar da. Ve anlam arayışı tabii herkeste ortaya çıkmıyor çünkü dediğim gibi daha öncelikli "yaşamı sürdürebilme" ile ilişkili dertleri var çoğu insanın ve tabii anlam arayışı hem bir lüks, hem de bazen bir ceza tabii.
SilHayatın aktif seçimleri derken de; herhangi bir şey yapmak, hiçbir şey yapmayıp hayaller ve pişmanlıklarla ömür geçirmekten daha değerli, sonuçta yanlış bir şey yapsan bile diyorum yani :) Belki kadercilik doğrudur, senin dediğini savunan felsefeciler de aynı konuya dayanıyorlar; seçim özgürlüğü olmamasına. Fakat ben fazla kaderci değilim, çünkü kadercilik bence insanı pasifliğe ve sonunda tembelliğe iten bir özellik.
Ha genel anlamda mutlulukla daha ilişkili çünkü kendini sorumlu görmemek, zaten bundan başka bir seçimim yoktu demek tabii insanın üzerinden büyük yük alıyor. Allah bana bunu çizmiş elimden bir şey gelmezdi ya da anne babam beni böyle yetiştirmiş ben ne yapabilirdim ya da şu şu oldu ondan öyle oldu bende sorumluluk yoktu. O zaman tabii suç ve suçlu da olmuyor, peki ceza evleri neden dolu? Bir anlamda bir "kesme noktası" arıyor insan "bilinci" yoksa bu tür soyut kavramları nereye koyacağımızı bilemiyoruz. Suç nedir, bence şu: bir şeyi yapabileceğini bilip (misal çocuklardan hoşlanıyorsun) suç olduğunu düşünerek yapmamak ya da bile bile yapmak arasındaki ayrımdır. Ama gelecekte bir gün eminim yapay zeka çocuklar olacak "tecavüz edilebilecek" türde ve o zaman yürü ya kulum, suç yok vs denecek. Ay çok abarttım ama bir noktada "kesim noktası" lazım bence insanlara yoksa "akışa kapıldım gittim, kontrol yoktu, ben de böyleyim işte" biraz ne bileyim, yapay zeka bile olsa.... Ürkütücü.
Ya da ben çok "polis kafası" ile düşünüyorum :)))) Bilemedim konu da nasıl buraya geldi haydiiiii
Ceren'im, tam olarak kadercilik mi benimkisi emin değilim. "Kader böyleymiş, alnıma yazılan neyse onu yaşarım" demek istemiyorum aslında. Doğuştan gelen mizacımız, içine doğduğumuz aile, içinde büyüdüğümüz toplum, aldığımız eğitim... Belli bir noktada birikerek, aldığımız ilk kararlara ve bir yön seçerek attığımız ilk adımlara dönüşüyor. Sonra adım adım birikiyor, üstüne eklenerek çoğalıyor ve bizi şu ana getiriyor. Yani demem o ki "Benliğimiz doğduğu andan itibaren yaşadıklarımız ile öyle şekilleniyor ki..." farklı şeyler yaşasaydık farklı olabilirdik ama bu yaşadıklarımızla bu kadar oluyor. Yani tamamen kaderci değilim ama "Kader diye bir şey yok. İpler tamamen benim elimde." diyene de "Emin misin? Biraz daha mı düşünsen acaba" demek isterim. Misal Anglo-Saxon olarak doğsaydık başka, Afrika'da bir kabilede doğsaydık başka, eski Çin Hanedanlıklarından birinde doğsaydık bambaşka biri olurduk. Dertlerimiz, sevinçlerimiz, hedeflerimiz, anlam arayışımız... her şey bambaşka olurdu.
SilSuç işleyenlerin o noktaya öyle bir anda gelmediğine adım kadar eminim. Tam suç anında yer değiştirsek, o ana kadar yaşanan her şeyin ağırlığını biz de hissetsek, ben asla yapmam dediğimiz nice suçu biz bile işleyebiliriz bence. Gideceğimiz yollara bizi çoktan geçtiğimiz yollar ulaştırıyor. Suçu işleyenin geçtiği yollardan geçmeden - yaşadıklarını yaşamadan, hissettiklerini hissetmeden - "Ben asla yapmam" demek kolay ama işte birileri yaptığına göre bir şekilde, bir noktada kırılıyor insan demek ki.
Ay oturup saatlerce konuşasım geldi bu konuyu. Kusuruma bakma çenem düşmüş olabilir biraz :D
Valla herkes herşeyi yapabilir, bence de asla yapmam büyük yalan :)
SilBen de sevdim konuşmayı :) yorumlar zenginleştiriyor bundan diyorum..
Düşüne düşüne, sindirerek, özümseyerek, her cümlenin- hatta kelimenin hakkını vererek okunması gereken muhteşem bir yazı yazmış çok değerli genç dostum, blogdaşım. Genç yaşta kazanılan olgunluk; bir başka tat veriyor insana, elbette tortusu içine katılan malzemelerle çok daha değerli bir kalıcılık sağlıyor. Ama gene de zamana, ortama, duruma, sunulan kişilere göre küçük tadımlıklar eklendiğinde lezzeti doruklara ulaşıyor ve vazgeçilmez olabiliyor...
YanıtlaSilBaşlangıçtan itibaren hayat düpedüz bir çizgide sürmüyor. Engebeleri, inişli çıkışlı yolları, çıkmaz sokaklara çıkan aydınlık ya da karanlık dehlizleri var. İyi ki var. o zaman iyi günlerle kötü günlerin farkını daha derinlemesine algılıyoruz. Mutluluk küçük şeylerde de saklanabiliyor. Ama hiçbir şeyin ayrımına varamıyorsak o güzelliklerin de tadına varamadan yitiriyoruz pek çok değeri.
Tükenme; ağacı kemiren kurt ya da zararlı böcekler gibi kişini ta içinde başlıyor. Zamanında önlem alınmazsa boşa kürek çekmek gibi her tür düşünce; bedeni, ruhu, aklı yoruyor, tortu bile oluşamadan bitiş süreci hızlanıyor.
Birkaç hafta sağlık sorunlarıyla dopdolu geçen günler yaşadık. Bugün sanki her şey tersine döndü, mutluluğumuz tavan yaptı. İlkokul ikinci sınıfa giden, gözlerinde zekâ pırıltıları uçuşan çok sevimli bir çocuk, annesinin el emeği bez kuklasıyla beni tanıştırdı, mini bir söyleşi sundu. Harikaydı.
Mimikleri olan, gözünüzün ta içine bakan bir canlı, kuyruğunu sallayarak günlerdir evimizin önünde tuttuğu güvenlik nöbetini bugün de üst düzeyde sürdürdü. Öyle akıllı ki, bahçe kapısı açık olsa bile saygıyla, sabırla bekliyor. Hayranıyız.
Sadece doktor değil, "mükemmel insan" olma özelliğine ulaşmış bir İNSAN; doyurucu açıklamalarıyla, sabrı ve hoşgörüsüyle, yaklaşımıyla gönlümüzü fethetti.
Hayatımıza anlam katanlara , sorunlara çözüm üretenlere yürekten teşekkürler. Zor günleri aydınlatan daha niceleri var.
İyi ki varsınız.
Çok hoş bir yazı 🍀❤️ teşekkürler
SilNe kadar haklısınız!
SilBugünü unutmak, yarınlara da haksızlık olur. Bir başka güzel insan daha tanıdık bugün; Güler yüzü, olgun kişiliği, becerileri ile gönülden yardıma hazır, insan sıcağı arayan biri.
YanıtlaSilVarlıklarıyla güne renk ve ışık katanları biz de unutmuyoruz. Unutmayacağız...
Sanırım bakmakla ilişkili. Bugünkü “masal terapi” ödevim: bugün bir aziz/azize ile karşılaşacaksın. Onu bulmak için bak çevrene idi.. Tüm gün karşıma çıkacak azizeyi aradım ve öyle güzel insanlar ve ayrıntılar yakaladım ki, ben de şaştım :)
SilIcten gelen bir tutku ön kosul. Ikincisi, imkanlarin az da olsa mevcut olmasi, ucuncusu kendine "vazgecme" ihtimalini sunmamak, dorduncusu icindeki mursidle saglam bir bag, yani gucunu ve motivasyonunu kendinden almak (ozellikle erken yaslarda). Besinci: calismayla hicbir derdinin olmamasi ve alternatiflerin daha cazip olmamasi. Bunlar biraraya gelince, orta derece bir yetenekle uzaya ulasmak mumkun.
YanıtlaSilKendine vazgeçme imkanını sunmamak bana çok sert geldi..Belki de anlamadım tam, açsana hemşirem
SilTanışmıyoruz ama yine de sevgili Ceren diye hitap etmek istedim, sevgili Ceren, mancat rumuzlu yoruma yazdığınız cevapta hüznünüzü ve bazı şeylerin henüz tamamlanmamış yasını hissediyorum. Oysa hayatınız oldukça mükemmel görünüyor buradan bakıp da gördüğüm kadarıyla, ancak sanırım her hayat biraz benzer bu konuda.
YanıtlaSilAnnem, hayatı hakkında benzer hislerle dolmaya başlamıştı 50lerinden sonra, sanki yaşamak istediği başka bir hayattan bu hayata yanlışlıkla gönderilip, burada unutulmuştu. Bana kalırsa, hayatımız güzeldi, ama annem için yetersizdi. Şimdi şimdi farkediyorum, onun bu hissini taşımışım hayat boyunca sanki biraz, onun gezemediği dünyayı gezmiş, başarılı, ve çok bağımsız olmuşum. Ancak yine de hayatımı tüketmiş, bir şeyleri yetersiz veya yanlış yaptığım hissi 40larda beni de yakalamaya başladı. Sanki miras kalmış bir hastalık gibi… keşke bunun üzerine biraz düşünsek ve zihnimizin hapishanesinden özgür kalsak.
Her ikimiz ve herkes için şifa diliyorum.
Sorgulamak ile yetersiz hissetmek arasındaki ince çizgi :) İçsesin şefkatsizliğinde yatıyor bence. Eğer içses kendine karşı şefkat duyan bir içsesse, ne yapsam güzel ve yeterli yaptım diyor. Ama şefkat eksikliği çeken bir içses sonuçta yetersizlik üzerinden pişmanlığa götürüyor. Bence :)
SilBizim durumumuzda sanırım çok canlı etkin ve iyi geçmiş bir 20-30’lardan sonra 40’larda durulmak, vites küçültmek konusunda bir hayal kırıklığı olabilir mi? Ben en azından kendim için bunu düşünüyorum, şimdi 45 tepesini aşınca, iş kolaylaşmaya başladı sanırım :)
Ay misal bak dolmuşum demek ki yazayım da rahatlayayım. Ben saçlarımı boyuyorum. Ve son iki senedir boyamak istemiyorum aslında ama ne zaman diplerden beyazlar çıksa eşim annem kızım hemen başlıyorlar boya da boya. Bana kalsa o beyazlık çok hoşuma gidiyor ama öyle mutsuzlar ki beni o şekilde görmekten, ben de kendimi mutsuz sanıyorum.. Okumuş psikolog olmuş kadınım ama en sevdiğim insanların yargısı aşırı önemli benim için (neyse ki uzaktaki insanlar umurumda değil eakiden onu da takıyordum ama son 8-9 senedir o huyumdan kurtuldum). Bunu şundan yazdım; belki benim “kaçırıyorum” dediklerim aslında yakın çevremin baskısıyla kendimi bir kalıba sığdırma çabam. Ha bu insanlar için kalıba sığışmaya değer mi değer belki de.. Ama bazen de öfkeleniyorum bu üç insana, bu üçüyle bir türlü anlaşamadım şu hayatta :)) Seviyoruz çok…. Başka türlü yani hiç umursamazdım ama sevince işte umursuyorsun… Bazen kendinden çok..
SilYani (çok sevdiğimiz) başkasına yaranma çabası…. Bizi tüketen belki de bu.
SilYazarken de, bu üçünün bana resmen Gaslighting yaptıklarını fark ettim iyi mi :)))))
Silİç
YanıtlaSilAy, şak diye yayımlandı, yanlışlıkla parmağım ekrana dokununca… :-)
YanıtlaSilNeyse… İçsesi değiştirmekle ilgili, IFS çok popüler oldu şu sıra sanırım, ama ben oldukça zorlanıyorum, yaşantılar değişmeden bu sesle anlaşma yapıp değiştirebilmeyi.
Vites küçültmek demişsiniz, ben sanırım ayağımı gazdan çektim, dünyayı tanıdıkça amaçlar anlamını yitirdi, … uzun hikaye… :-)
Haklısınız ne diyeyim, keşke (her anlamda) nasıl göründüğümle bu denli ilgilenen yakınlarımız, nasıl hissettiğimizle de bu kadar alakadar olsalardı.
Dünyanın en duyarlı, hassas, empatik insanları nerede yaşıyorlar sizce?
Yorumları uzatasımız, konuşasımız varmış, ben de tek yazıda anlatılacak olanı 4 yorumla anlatmışım baksanıza... :) İyi ettik..
SilNasıl hissettiğimizle ilgili olmayı geçtim, bari bizi bize bıraksalardı.. Herkesi memnun etmeye çalışma diyorlar ama sanki hiç talep yok ben deli dürtmüş gibi buna uğraşıyorum; hayır gayet herkes memnun edilmek istiyor benim çevremde.. Ay neyse; biraz kendimize odaklanalım sevgili Adsız, bu bize iyi gelecek...
Bu arada ben kafaya koydum 50 yaşımda (4 sene sonra) bırakıyorum boya işlerini. 4 sene verdim onlara ;))
Sorunuzun cevabını Yaşar Kemal vermiş: "O iyi insanlar, o güzel atlara bindiler, çekip gittiler...."
Siz buradasınız, ben buradayım, ve daha çok insan var. İnsan hayatının bir amacı, her insanın bir misyonu olduğuna inanıyorum. Biraz tökezlemiş olmamız, vazgeçtiğiMiz anlamına gelmez. :-) ne mutlu hassas ve duyarlı olanlara, ne mutlu gönül yapmak isteyenlere, onlar olmasa dünya nasıl bir yer olurdu?
YanıtlaSilkorkunç...
Silsevgili ceren ne derin ne anlamlı muhabbet dönüyormuş burada..yorumlarla zengin bir sofra..şahane ya bayıldım her bir yazıya..söylemeden geçemedim..okuyacağım biraz daha ve düşüneceğim..çünkü buna değer :) sevgiler.
YanıtlaSilneşe
:) Hoş geldiniz Neşe
Sil