Maddiyata dayalı örneklerle başlayayım: Yemek mesela. Önünüze konan yemeği lütfen bitirin. Bazı kültürlerde, yemekten ufak bir parça bırakılır tabakta. Bu "çok teşekkür ederim, doydum" anlamına gelir ve tabağın sıyırılması büyük görgüsüzlük ve doyumsuzluk olarak düşünülür. Yanlıştır diyemem, kültür sonuçta. Fakat bence yemeğin tek ya da en çok iki çeşit, yenecek miktar gerçekçi düşünülerek yapılması, tabaklara küçük porsiyonlarla konup ikram edilmesi ve bitirildiğinde yeniden küçük bir porsiyonla desteklenmesi çok daha doğru bir davranış.
Şu dünyada en nefret ettiğim şeylerden biri; senin yemen için öldürülmüş bir canlının sen yemeye tenezzül etmediğin için çöpe dökülmesi.... Bunu bulamayan Afrikalı çocuklar konusunu geçtim ama bu tür “yaşamın israfı” beni çok öfkelendiriyor. Bunu yapacağıma az çeşit ve küçük porsiyonla misafirlerin "aa ne kadar cimri kadın, azıcık verdi ayol" demesi riskini göze alıyorum - ki bunu diyecek misafiri de neden evime davet edeyim en baştan :)
Maneviyata dayalı bir örnekle devam edeyim: Aşk mesela. Eğri oturalım doğru konuşalım; aşkın bir kullanma tarihi var ve bir gün bitiyor. Daha doğrusu şanslıysak sevgi ve saygıya dönüşüyor, şanssızsak bıkkınlık ve hatta öfkeye. O nedenle aşıksan, aşkı sonuna dek tüketmelisin diye düşünüyorum, bu şans bir daha eline geçmeyebilir. Elalem ne der, aman kendimi tutayım, sevgimi böyle açık etmeyeyim yerine, sonuna dek git derim. Kızıma da diyeceğim aşık olduğunda :) Çünkü vallahi aşk kadar insana iyi gelen ne var? Hiç.
Hem maddi/hem manevi bir örnekle bitireyim: Gözyaşları mesela. Bunu da kesinlikle sonuna dek tüketmeliyiz. Hani derler ya: "gözümde yaş kalmadı". O raddeye dek dökmeliyiz içimizi, gözlerimizden dışarıya. Yasımızı tutmamalıyız içimizde, o gözyaşları çünkü içe dönerse ruha ve tüm organlara zarar veriyor ve günün birinde yaş değil kuru olarak bir yerden çıkıyor; misal tümörler olarak... O nedenle içimize içimize değil, gerekiyorsa hönküre hönküre ağlamalıyız ve her şeye ağlayabilmeliyiz bir çocuk gibi özgür ve içten. Ağlamak ayıp değildir, aksine insan olmanın nadir farklılıklarından ve tanrısal bir armağandır......!
Diyor ve günün ödevini veriyorum hazır mısın? :) Bir önceki yazıda yanlış anlaşılmışım. Günün ödevi tamamen içsel, elbette yazmak yorum yapmak zorunda değilsin.. Dün sevgili Hülya’ya da yazdığım gibi: “bu içine attığım bir tohum, ilgi gösterirsin yeşerir büyür, ilgini çekmez, yeşermez, zamanını bekler” :)
Bu sene 1 tanecik akşam sefası tohumu alabildim..
Belki yeşerir?
Günün ödevi: Düşün bakalım, kolay ağlayabilir misin? Ağlayamadığında vücudunun neresinde hissedersin o "boğum"u? Neden ağlayamazsın sence ve değer mi bu "neden"e?
Bir sonraki konumuz: Tüketimi ve tükenmeyi körükleyen durumlar; misal çocuk sahibi olmak.
Kolay ağlayamıyorum. Ama bazen hiç olmadık bir şeye ağladığım oluyor. o boğumu boğazımda hissediyorum ama ağlayamıyorum. Hülya
YanıtlaSilBen de öyleydim, gözlerim kanlanır, boğazım ateş çemberi ama yok tutarım kendimi. Benimki ama biraz da "güçlüyüm ben" takıntısıydı. İlle güçlü kadınız, herşeyi tek başımıza göğüsleyeceğiz! Sonra bir gün saldım kendimi sanırım 35 falandım. Ogünden beri çok rahat ağlıyorum, filmlere ağlarım, çocuğum bir şey der duygulanır ağlarım - korkuyorlar bazen, tamam annecim ya sevinçten ağlıyorum bak çok hoşuma gitti falan diyorum, sistem hatası veriyor çocuklar :))) Ay daha güzelmiş Hülya, "içim şişti" hali kalmadı vallahi, koyverdim gitti... Geçen ben yine ağlıyorum böyle hüngür hüngür mutfak masasına dayanmış, eşim geldi noldu ya dedi panikle, dedim ülke gündemine ağlıyorum... Tabii Almanlar bunu anlamıyor... Koca da sistem hatası verdi. Bu durumları beni güldürüyor sonradan. Ağlamam bitince bir posta da bunlara gülüyorum.
Sil