Bazen dibe vurmadan olmuyor, yeniden yükselmek için. Tamamen yanmadan olmuyor, küllerinden doğmak için. Belki de "ölmeden ölünüz" hadisi, "şafaktan önceki anlar günün en karanlık anlarıdır" sözü bu nedenle söylenmiştir..
Ya ölürsün, ya devam edersin sonuçta. Ölmek bir seçim değilse, bir şekilde ayaklarınla itip o dibi, yüzeye çıkıyorsun.. Ben yüzeye çıkarken çok önemli bir şey öğrendim: tükenmenin karşısındaki en güçlü silahın şefkât, özellikle de öz-şefkât olduğunu.. Dibe iyice inmeden "şefkât" kelimesinin sözlük anlamını bile bilmediğimi fark edememişim!
Sen bildiğine emin misin, şefkât nedir? Ya da bu blogta yıllardır işlediğim sevgiden, içimde çokça bulunan merhametten farkı nedir bu duygunun?
Ben şöyle buldum bu sorunun cevabını: Sevmek (hem sevgi hem aşk anlamında) aslında koşullu, duruma ve kişiye bağlı, değişebilen, bilinçsiz bir duygu. İnsana sevmeyi öğretemezsin, ya sever ya sevmez.. Çünkü içinden gelir ya da gelmez. Fakat şefkât, öğrenilebilen, kontrol edilebilen ve aslında daha koşulsuz ve karşılıksız, daha karmaşık ve belki de "mizah" gibi, insanı hayvanlardan ve diğer başka insanlardan ayıran, son derece kişisel bir yeti, bir davranış..
Buradaymış kayıp parça ;))
Bak şöyle açayım; bir bebek doğduğu anda "emme" ile "meme"yi ve yavaş yavaş memenin uzantısı olarak anneyi ve anneyle birlikte daha birçok şeyi de sevebilir ama aynı bebeğin ilk şefkât davranışı sosyalleşme süreciyle, öğrenmeyle gelir ve hayatın ancak üçüncü senesinde ortaya çıkar. Yine benzer bir şekilde, sevmek temelde egonun davranışıyken, şefkat süperegonun, toplumsal insanın davranışıdır.. Dolayısıyla belki de şunu diyebilir miyiz: çevresinde şefkât hissedemeyen biri, şefkâti gösteremez..? Belki. Ya da bambaşka karmaşık dürtülerle, şefkâti göstermemeyi öğrenir, onu "unutur"..
Ve insan şefkâti ancak şefkâte ihtiyacı olduğunu fark edebildiğinde hatırlıyor, ne acı... Genelde de bunu fark etmesi için büyük bir "tükenmişlik" yaşaması, ihtiyacı olan tek duygunun "şefkât" olduğunu fark etmesi gerekiyor.... En azından bana böyle oldu diyeyim, eminim tek değilim..
İşin tuhafı, sevebilen, çok da sevebilen ve aslında çevremce "çok merhametli" olmamla tanınan da biriyim ama nasıl oldu da "şefkât" hayatımın bu kadar dışında kaldı acaba?
Şefkâtsizliğin aslında çok belirgin işaretleri vardı yıllardır: anlık parlayan öfke, endişe nöbetleri, sürekli bir yetememe yetişememe hissi, yanlış yerde olduğumu düşünme sanrıları, bir türlü ulaşılamayan "tamamlanmışlık" hissi.... Fakat bu belirtileri hep yanlış yerlerde aramışım. En temelde, en büyük yarayı, "şefkâtsizliği" görememişim... Ah meğer ben ne kadar şefkâtsiz kalmışım a dostlar......
Fakat sağa sola suç atmayacağım. Aslında suç bende. "Öz şefkât" denen bir kavram var ve yıllardır mantar gibi her yerde.... Her yerde ama benim hayatımda yok! Çünkü boğazıma dek sevgi ve merhamete bulanmış da olsam, şefkât apayrı bir duygu ve ben bu duyguyu bil-mi-yo-rum.
Şefkâti bilmiyorum çünkü onu merhamet sanıyorum! Oysa ikisi çok farklı kavramlar.. Merhamet empati ile ilişkili, daha karmaşık ve bazen yanlış yönlere gidebilen (marazı doğuran) bir davranış. Merhamet, daha üstten bakan, daha koruma kollama dolayısıyla sahiplenme ve bir anlamda da şekillendirme ya da en azından "onarma ve iyileştirme" içeren bir duyguyla ilişkili bir davranış. Oysa şefkâtin çıkış noktası koşulsuz sevgi ve merhametten farkı "iyileştirme, onarma" yok, "olduğu gibi kabul etme" var, sahiplenme yok, yani sanki "şefkât" daha "koşulsuz" bir duygudan kaynaklanıyor. Bu nedenle de şefkât, maraz doğurmuyor :)
İşte tam bu nedenle "yürrü be öz-şefkât" diyorum; çünkü öz-sevgi ya da merhamet bir şekilde sorunlu noktalara gidebilirken, şefkâtte böyle bir risk yok.. Onun kaynağı çok temiz, çok saf..
Sen ne diyorsun bu konularda?
Günün alıştırması: Bir çocuğa / hayvana / insana sevgi, şefkât ya da merhamet duymak konusunda örnek verebilir misin mesela? Ne gibi farklar var sence?
Sonuç:
Aslında biliyor musun; burada 3-4 senedir çevresinde dolandığım konuların ve hattâ tüm bu mutluluk, harmoni, denge, zen, sabır, tevekkül, huzur, anda kalabilmek, sevebilmek, sevgiyi hissedebilmek, bütünün bir parçası olmak gibi "insanlığın sıcacık duyguları" kümesinin de bence tek bir ortak elemanı var: Şefkât.
Çok mu abarttım :))) Ama evet, kendini tüketmek'le başladık ve ilacının da şefkât alabilmek, hiç alamıyorsan da kendi kendine öz-şefkât verebilmek olduğunu söyledik. Bir sonraki yazımda ise, kendi kendimizi tüketmek dışında bir başka "tükenme" türü olan, "çevresel nedenlerle tükenmek"e değineceğim. Haydi bakalım, güzel başladık sanki ;)
Bir arkadaşım, annesi pek eğitimli olmayan bir adamla evlendi. Başta biraz cahil gözüyle baktı onlara. Ama seneler geçtikçe o kadının çocuklarını kendi annesinden görmediği bir sevgiyle sevdiğini anlatmaya başladı. Ve kendi annesine öfkelenmeye. O aklıma geldi nedense. Her iki anneyi de arkadaşımın anlattığı kadar tanıyorum. “Bir görsen, çocuklarına sevgisini akıtıyor kadın” demişti bir keresinde. :-) siz psikoterapiden memnun musunuz? Bazen şefkat ve sevginin, terapiden çok daha faydalı olabileceğini düşünüyorum.
YanıtlaSilBiraz kafam karıştı itiraf edeyim. Düşündüm merhametliyim şefkatli mi ayıramadım. Ya da bana şefkat gösteren var mı bilmiyorum. Hülya
YanıtlaSil