Dün aslında bugün için "ölüm ve yoksunluk" duygusuna gireceğimi yazmıştım fakat "acıdan kaçmak ve dinmesi için her şeyi yapmak, göze almak" derken, aslında bu konuya bir de tam tersinden bakabileceğimizi fark ettim: çektiği acıya bağlanmak ve acı bittiğinde, yoksunluk çekmek. Adeta, "acı çekmemenin suçluluğu" diyebileceğim bir konu.. Bu konuyu planladığım yazıların arasına son dakikada almaya karar verdim.
Bir örnekle açayım. Çok sevdiğimiz biri ölür ve acı çok büyüktür. Bazen asla eski hayatımıza dönemeyeceğimiz derecede büyüktür, yaşamın anlamı ölenle birlikte yitirilmiş gibi görünür, acı artık yaşamımızın anlamıdır. Allah kimseye yaşatmasın; evlat kaybı mesela; dünyadaki acıların en büyüğüdür muhakkak.. Ve bu acıyı yaşayan bir annenin bazen "gözünün feri sönmüştür" artık.. İlk zamanlar yemez içmez, uyuyamaz, gözlerinde yaş kalmayana dek ağlar, bir fırsatını bulup ölebilmeyi düşünür.
Fakat bir an gelir, eninde sonunda gelir o an, bir saniyeliğine unutur acısını ve bir şeye gülümser. Güler hatta. Ve anında fark eder: nasıl biriyim ben, nasıl bir canavarım, nasıl gülebilirim, nefes alabilirim, devam edebilirim..... İşte "acı çekmemenin suçluluğu" budur. Oysa ne kadar insani, ne kadar doğal bir davranıştır unutmak, gülümsemek, yaşamaya devam etmek. Ama kendine izin vermez.
Neden yapar bunu? Çünkü - bazen farkında bile olmaz ama - kendini suçlamaktadır. Ve öyle bir suç / ceza mekanizması geliştirmiştir ki, ceza ebediyete dek çekilecek bir kavrama dönüşmüştür, ceza çekilip hayata devam edilebileceği fikri ortadan kalkmıştır. Oysa dini kitaplara göre, cehennemde bile sonsuza dek ceza çekilmez.. Tanrının bile affedebileceği insanı, kendisi affedemez hale gelir. İşte patolojik olan, dıştan müdahale edilmesi gereken durum budur. Burada biz uzmanlar kişinin "suç ve ceza" mitlerine odaklanırız, kişinin suçunu açıklıkla belirlemesine, kendisine uygun bir ceza bulmasına, bu cezayı çekmesine ve ceza çekilip bittiğinde de yeniden özgürleşmesine yardım etmeye çalışırız. Kişinin iç adalet mekanizması bozulduğunda, dış müdahale mutlaka bir uzman tarafından yapılmalıdır, buna girmeyeceğim.. Ben sadece bu mekanizmanın bozulduğu durumlara da sık rastlanıldığından, bu durumun da doğal bir insanlık hatası olduğundan ve her hata gibi bir çözümü olduğundan bahsetmek istedim...
Acıyı sündürmek, acıya bağlanmak, acıyı "kişiliğin bir parçası" haline getirmek üzerine birkaç farklı örnek daha vermek istiyorum:
"12 sene önce bir hata yaptım, hayatım o noktada kırıldı, bir daha düzelemedi. Ben mutsuzluğa mahkumum...."
"Çocuğumla ilişkim hep kötüydü, hiç düzelmedi, düzeltemedim, hepsi benim suçum, şu an çocuğumun içinde bulunduğu duruma neden olan benim.."
"Sevdiğim insanı kurtaramadım, o öldü ve ben yaşamaya devam ettim.. Nasıl devam edebildim.. Suçluyum.."
"Evlilimde başarısız oldum, fakat çocuk nedeniyle, aile büyüklerinin baskıları nedeniyle ayrılamadım da. Mutsuzluğu devam ettirdim ve hayatımı, ailemin hayatını da mutsuzlukla doldurdum."
.. gibi gibi. Aslında tüm bu örneklerde kişi "zamanında harekete geçmediği için" kaderi suçlamakta gibi görünse de - fark etse de bilinçaltına atıp fark etmemiş gibi davransa da - öfkesi bizzat kendisinedir. Ben beceriksizim, cesaretsizim, yetersizim, kusurluyum, eksiğim, insanları mutsuz eden, sevilemez biriyim......
Fakat bu "acı"dan kaçmaz da, onu sündürür, bir "çaresizlik, kader" olarak giyinirse, aslında kendini acıyla özdeşleştirip, kendini "harekete geçme sorumluluğundan" da korumuş olur (ben böyleyim..). Oysa harekete geçtiği an, dışarıdaki kuş seslerini duyacaktır, sıcak bahar havası yüzünü okşayacaktır ama o direnç göstererek "hayır, acıyı sürdürmeliyim" dediği için, tüm bunlara kendini kapatmayı seçer. Çünkü acı çekmezse, suçu kendi üzerinden atarsa, bunca yılı "tüketmiş" olduğu gerçeğiyle yüzyüze gelecektir. Ve işte bu, egonun sahip olabileceği tüm acılardan daha büyük bir acıdır.. Kendine, verilmiş bir armağan olan kendi yaşamına ihanet etmiş olmanın acısı.
Bu nedenle; hepimizin kendi karanlık noktalarımızı (kendimizi suçladığımız ve bu suçu dirençle üstümüze giyindiğimiz anları) bulup açmamız, çalışmamız gerek bence. Bilinç altına gömdüklerimizi özellikle.. Çünkü başka türlü bu bedensel ağrılar, bu diş bacak sıkmalar, bu anlık öfke patlamaları, bu "hayattan bir türlü zevk alamıyorum sanki dondum kaldım bir noktada" hissi geçmeyecek......
Günün alıştırması: Gizliden gizliye kendini suçladığın bir konuyu düşün, (bulamıyorsan şöyle bir ipucu verebilirim: genelde birini bir konuda suçluyorsan, o aslında kendi kendini suçladığın bir konu olmasın?). Suçun gerçekten nedir? Sence cezası ne olmalıdır bu suçun? Cezanı nasıl çekmeni sağlayabiliriz? Cezanı çekip bitirdiğinde, sence nasıl devam edebilirsin hayatına, sence nasıl hissedersin?
Bir sonraki konu: Ölüm, yokolma, kaybetme korkuları ile tüketim / tükenme arasındaki ilişki.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder
Not: Yalnızca bu blogun üyesi yorum gönderebilir.