30 Ocak 2021 Cumartesi

Taban derisinden yapılan kadın

Meksika'dan bir öykü aktarıyor Clarissa Estes: 

"Ranchoslu yaşlı bir büyücü kadının bana anlattığına göre, La Que Sabe (her şeyi bilen), kadınları kutsal ayağının tabanındaki bir kıvrımdan yaratmıştı. Kadınların bilgili yaratıklar olmasının nedeni budur, çünkü onlar aslında her şeyi hisseden taban derisinden yapılmışlardır."

Bir çok yazımda "ayaklarımla düşündüğümden" bahsettim, çeşitli bloglarımda. Bu satırları okuduğum anda da bu betimlemem aklıma geliyor. Ve son zamanlarda hep ayaklarıma bakarak yürüdüğüm.... 

Günün Tortusu: Yürüme terapileri.

Bugün danışanları ofisin dört duvarında kapalı halde ya da evde ekran arkasından görmek yerine, terapiyi dışarıda buluşarak ve birlikte karda yürüyerek yaptım. Hem bana, hem danışana iyi geldi. Serin hava ve hareket, sadece ayakları değil, insanın düşünce ve algı gücünü de açıyor.. 

Eve dönüşte raporlamayı da masa başında değil, mutfak tezgâhının üzerinde, ara sıra dışarıya, pamuk gibi yağan kara bakarak yaptım. Ara sıra gözlerimin beyaz boşluğa dalması, düşüncelerimin akıp gitmesi çok hoşuma gitti.. Kar (sahi) neden (bu kadar sessiz) yağar?* 

Ve insanın kendi dışındaki bir şeylere odaklanması, neden insanı mutlu eder? Cevap yine Estes'den: Kıçlarımızdaki boku düşünüp durmayı bırakıp, ara sıra yıldızların eşliğinde seyahat edecek duruma yükselmemizi sağlayacak olandır; sanat, edebiyat, şiir, resim, müzik, felsefe ve din......

* Gölgesizler, Hasan Ali Toptaş.

24 Ocak 2021 Pazar

Amaç

Bu bloğu başlatan korku; hayatta bir amaç, anlam bulamamak ve rutin yaşam korkusuydu.. Hayatımın sonunda tüm yaşamımı boşa geçirmiş olduğumu fark etmekten korkuyorum.... İki korku da aslında ufak bir nüans farkıyla, birebir örtüşüyor: Bugünün amaçsızlığı ve rutini, yaşamımın sonundaki doyum ya da boşa geçirmişlik hissini etkileyecek diye düşünüyorum (ve hem bugünüm, hem de geleceğim için iki defa korkuyorum!)


İşte tam bu nedenle açtım bu bloğu. Hayatımı boş ve anlamsız hissettiğim, kendi rutinimin dışına çıkmayı başaramadığımı düşündüğüm ve ileride bundan pişmanlık duyacağımı sezdiğim için, "hayatta neler için yaşıyorum, bir belirleyeyim bakalım neymiş derdim?" diye düşündüm.

Rutin yaşamdan neden bu kadar çok korkuyorum, bilmiyorum. Oysa rutin yaşamın kendi içinde müthiş bir rahatlalığı da var. Her gün aşağı yukarı aynı döngü içinde yaşamanın insana sunduğu alışmışlık ve güven hissi var. Aynı adamla olmanın. Dönüp dolaşıp aynı 15-20 yemeği pişirmenin. Aynı insanlarla aynı mekânlara gitmenin. Gittiğin mekânda hep aynı masaya oturma tercihinin.. Bu alışkanlıkların hepsinin insana bir güven verdiği kesin. Peki güven veren şeyler, neden aynı zamanda da korkutucu? 

Oysa şu linkteki yazıya bakılırsa sakinlik "yeni tutku" imiş! Ama benim için bu böyle değil. Hayatımda biraz iniş çıkışlar, fazlasıyla tutku, heyecan, biraz zorluk, challenge (mücadele?) denen şu kişinin kendi kendini aşmasına vesile olan durumlar istiyorum. Yalan yok. Heyecan, tutku; bunlar benim için çok önemli. Bu nedenle tuhaf yerlere seyahat ediyor, bu nedenle çizginin dışındaki insanların dostluğundan büyük keyif alıyorum. Fakat aynı zamanda da rutine aşırı bağlıyım, hemen her konuda listelerim var ve rutinimin ve konfor alanımın dışına çıkmaktan bazen çok büyük rahatsızlık duyuyorum. Hele bir de bu rutin içinde bir amaçsızlık hissettiysem, hele bir de "boşluk" hissi gelmiş böğrüme oturmuşsa..


Çözüm?

Bulduğum tek çözüm, üstüne gitmek. Yani gelecek korkusuna değil bugüne, şu an yaptıklarıma odaklanmak ve aktif olmak. Hayatta önem verdiklerimi düşünmek, (mutlaka liste yapacaksam bunların listesini yapmak meselâ) ve bunları daha sık yapmanın bir yolunu bulmak. 

Bir de asıl rutini kıran şey, yeniliklere, yeni insanlara, yeni deneyimlere açık olmak..

14 Ocak 2021 Perşembe

Başarı


Başarı, yaşamı anlamlı kılmak için gerekli midir? Ya da daha doğrusu; çok çalışmak mı, zaten kişinin içinde olan yetenek mi, yaratıcılık mı şans mı, eğitim mi, bir felsefenin olması mı başarıdır hayatta? 

Bu faktörlerin genel yaratıcılık kavramının yüzdelik hesaplarına dökümü nasıldır? Yani iyi bir ressam olmak için yetenek %50, çok çalışmak %50 midir; yoksa bu yüzdelikler biraz daha ince ayar, biraz daha karışık mıdır?

Çok çalışarak iyi bir ressam olunabilir mi? Çocukluktan itibaren en yetenekli ustalardan el alınsa, sürekli kendini geliştirmek için tutkuyla çalışılsa, kişinin hayattaki tüm amacı ressam olmak olsa bile, iyi bir ressam olma şansı yüzde kaçtır? Tüm sanatlar için soruyorum.. Hatta belki de tüm meslekler için, tüm yaşam amaçları için; istemek ve tutkuyla çalışmak, sonuca ne derece katkı sağlar?

Ya da, muhteşem bir yetenek, onu ovalayıp ışığını ortaya çıkaracak bir ortam olmaksızın var olabilir mi? Köyde sığır çobanlığı yapan bir çocuğun deha olduğu, onu anlayabilecek, değerlendirecek ve "el verecek" bir ilkokul öğretmeni olmadan da ortaya çıkabilir mi? Sonsuz bir yazı yeteneği bile olsa insanın içinde, yazı sanatının temel kuralları, diğer yazarların katkıları, teknik bilim öğrenilmeden tek bir eser verilebilir mi? Nota bilmeden yapılan bestenin değeri hakikaten genellenebilir mi? Evrensellik ve çağlar arasında süregelecek türde bir kalıcılık sağlanabilir mi?

Konuştuğum sanatçı arkadaşlar, başarı %10 yetenek, %60 çalışma ve %30 felsefe’den oluşur diyorlar. Felsefe şu anlamda: kendine özgü bir kültür yaratabilmek, kişisellik, sanatçının "imzası". Bunu sevdim. Burada dursun.

Foto: Mikhail Baryshnikov - Le Jeune Homme et la Morte, Max Waldman, 1975.

1 Ocak 2021 Cuma

İyi yaşlanmak

Bu kavramla bizi 20 yaşımızda tanıştıran Gelişimsel Psikoloji hocamız geldi aklıma. O zamanlar 45 yaşlarındaki bu adamcağızı hem yaşlı bulurdum hem de öhöm baya çekici. Yaşımın iki katı yaşındaki birini neden çekici bulduğumu düşünürken, şunu fark ettim: Bazı insanlar diğerlerinden farklı yaşlanıyorlar. 


Orasını burasını estetikleten, dış görüntüsüyle sürekli bir kavgası olan ve sonunda da aynı estetikçinin elinden çıkmışçasına sıradanlaşan insanlardan bahsetmiyorum. Bazı insanlar çok güzel yaşlanıyor be, yani içten bir tazelikle yaşlanıyorlar. Hani sonbahardan toplanıp kilere konan ve baharda hafif buruşmuş ama ısırdığında şahane bir tat veren elmalar gibi. İçlerinde bir tazelik kalıyor.

Dört kollu terazi yöntemim var ya benim, sadece fiziksel ya da psikolojik sağlık değil bilişsel anlamda yani beynimizi aktif tutarak ve sosyal anlamda yani insanlar arası ilişkilerde etkin kalarak yaşamayı anlattığım hani.. Hah işte o da aslında sağlıklı yaşamanın, sağlıklı yaşlanmanın tek yolu bence.. 

Nasıl yaşlanmak istiyorum biliyor musun blog.. Görüntümden şu an aldığım keyfi koruyarak, sevdiğim bir spora (yüzmeye mesela!) devam ederek, şimdi çocuklarla yaptığım gibi ileride de tek başıma kaldığımda radyoda sevdiğim bir şarkı çıkınca elimde ne varsa bırakıp dans ederek, yolda gelip geçene laf atmaya, hal hatır sormaya ve gülümsemeye devam ederek :) Meraklı olmaya, neymiş bu ya diye bakmaya devam ederek, teknolojik gelişmelerden, sanattan, kültürden kopmadan güncel kalmayı başararak. Biraz da yaramaz olarak, hani bir şey yaparsın kimseye kötülüğü dokunmaz ama yine de suçtur da kendi kendine kikirdersin.. Öyle işte, evet inşallah öyle bir yaşlı olacağım ben! Ha bir de saçlarım bembeyaz, pırıl pırıl ve upuzun olacak. Evet!

Foto: Botanik parkında hayatı bir sezondan ibaret bir güzellik..