Zor bir dönemden geçiyorum. Hayat şu son birkaç haftada bana kendimi ne kadar hor kullandığımı ve yorduğumu açıklıkla gösterdi. Herkese uzattığım eli, verdiğim şefkâti, özeni, saygıyı kendime vermediğimi fark ettim. Kendime ne kadar sert davrandığımı.. Kıyasıya eleştirdiğimi.. Yaptıklarımdan, olduğum kişiden, gidişatımdan bir türlü hoşnut olamadığımı, ikna olmadığımı.. Kendi kendimden razı olmadığımı..
Oysa sadece insanım.
Bazı şeyleri iyi yapan, bazı şeyleri kötü yapan, eksikleri, tutkuları, hataları ve sevapları olan sıradan bir insanım. Halbuki, ne çok şey bekliyorum kendimden, insan üstü bir yaşam bekliyorum. Seveyim istiyorum, sevileyim, mutlu edeyim, mutlu olayım. Denge istiyorum, her şeyden önce iç denge.
Sorun, belki de hız. Dünyanın dijital çağını yaşıyoruz ve her şey tek kullanımlık, hızla tüketmelik. Dışı süslü içi boş kavramların, fikirlerin, insanların çağındayız. Hız arttıkça anlam yok olmaya başladı.. Anlamsız değil oysa yaşam, içini boşaltan ve anlamsızlaştıran sadece hız; bu tek seferlik al-tüket-at anlayışı.. Hayat beni beklenmedik bir anda durmaya zorlayınca, şunu fark ettim: Hayatımı tüketiyorum, hem de dijital bir hızla.
Evet, hayatımı boşa geçirdiğimi fark ettim. Ölümden bunca korkmamın nedeninin aslında yaşayamamaktan korkmak olduğunu fark ettim. Şimdiye dek kazandığım, başkaları için çok parlak sayılabilecek tüm başarıların, birikimin ve değerlerin bana bomboş geldiğini fark ettim. Kendi içimde verdiğim oldukça merhametsiz, acımasız ve çetin bir savaşta, ağır yaralı ve bitkin düştüğümü fark ettim. Kendimi didikleyip yıpratmakla meşgulken, hayatın çok büyük bir hızla geçip gittiğini fark ettim ve sanki "durakta beklerken hızla geçen bir trene bakar gibi" hissettiğim bir anda, kendi kendime yakalandım.
Hızla geçip giden trene bakakalma hissi.. Hayat geçip giderken dışardan bakıyormuş, hiç bir şey yapmıyormuş, durakta oyalanıyormuşsun hissi. Tam yine kendimi suçlayacakken, birden fark ettim: belki de hızla geçip giden trendedir sorun? Belki benim ihtiyacım olan; buharlı, yemekli vagonunda insanların eski usul oturup sohbet edebildiği, manzaranın tadını çıkarabildiğin, raylar üzerinde haddinden yavaş akan bir trendir? Hattâ belki birazdan gelecektir durağa? İçine bindiğimde, doğru yerde olduğumu, dengede olduğumu hissedeceğim belki de?
Belki de.
Açıkcası buharlı tren metaforu üzerinden, Proje 365 Blog ile çıktığım bu yolculuğun da beni nereye götüreceğini bilmiyorum ama bu blog bir araç sonuçta, deneme yanılma, içsel bir yolculuk. Ve ben yolculukları her zaman çok sevmişimdir..